21 Mart Nevruzda açıklanan sözde barış bildirisi, ne yazık ki güven vermeyen mono bir sesin yansıması gibiydi. Yurdumuzda aylarca gündemi meşgul edip, içeriği merakla beklenen açıklama hükümet tarafından, daha uygunu muhatap temsilci ile ortak olarak yapılmalıydı. Ne yazık ki, iktidar kaçak güreşmeyi tercih ederek, açıklamanın bir PKK örgütü bildirisi olarak algılanmasına sebep oldu.
30 yıldan bu yana evlatlarınızı, hatta kendi
kanından olan halkını çoluk çocuk demeden katletmiş bir terör örgütüyse
barışmak istediğiniz, koşullar basite indirgenemez. Bu gün yapılan, bayramlarda
hısım akraba barıştırması kadar amatör usulde barışın sağlanmaya çalışılmasıdır. İçeriği
asıl muhatap olan halktan, gizli olarak yazılan böyle anlaşmalar uzun ömürlü
olmazlar. Çünkü bir deyişimizde söylendiği gibi “Yalancının mumu yatsıya kadar
yanar” böyle bir barışın mutluluğu kısadır ama, acısı çok uzun bir zaman
vicdanları sızlatarak toplumda travmalara yol açar.
Bu barış kürt halkıyla yapılıyorsa , kürt halkını temsile
bir delege gurubu seçilip, muhatap belirtilmeliydi. Nedir bu karışıklık, İmralı
PKK elebaşı, Kandil PKK elebaşı, Avrupa PKK temsilcisi veya PKK Avrupa kolu,
PKK nın KCK kolu, ve nihayet PKK maşası gibi çalışan ama hiçbir yaptırım gücü
olmayan siyasi parti eş başkanları ve mensupları. Siz barış görüşmelerini
kiminle yapıyorsunuz. İmza yetkisi kimde, bu işin sorumluğunu kim üstlenecek?
Diğer tarafta, mutluluk getirecek bir barış isteniyorsa,
toplumun güvendiği akil adamlar ve sivil toplum örgütlerinin, halkı temsil eden
muhafet partilerin görüşleri alınmalıydı. Onların belirleyeceği temsilciler
gurubunun bu görüşmeleri şeffaf bir şekilde yürütmeleri toplumda güven tesis
eder, varılacak neticeye kimse itiraz etmezdi. Mutluluk getiren barış için önce
güven oluşturulmalıydı. Yangından mal kaçırır gibi, ben yaptım oldu, bitti
felsefesinin en kısa zamanda bu eylemcileri vuracağı kesindir. Kısacası barışa
giden yol engebeli fakat, bu engelleri aşmak için sabır gerektiğidir. Acele işe
şeytan karıştı. Terör ejderhasının Kandildeki başı daha ilk günden yaptığınız
barışı tanımayıp, silah bırakmak için şartlar öne sürdü. Yarın İmralı kontunun
ters tarafından kalkıp ta, bambaşka şeyler söylemeyeceğini kim garanti edebilir.
Bu yolun ilk kavşağı güven’dir. Karşılıklı güveni tesis
etmeden yaptığınız barış, grekoromen güreşi gibi, arkaya dolananın bir puan
aldığı mücadeleye dönüşür ki; Şu anda barış diye yapılan budur ve çok
tehlikelidir. Çünkü güven duygusu tıpkı hamilelik gibidir. Yarım hamilelik
olmadığı gibi, yarım güvende olmaz. Yani ya güvenirsin ya da güvenmezsin. Şayet
karşında yedi kez ateşkes ilan edip, bu ateşkeslerin çoğunu daha 24 saat
geçmeden bozan bir eli kanlı örgüt varsa, bu örgütle barış yapmak
niyetindeyseniz oturup uzunca düşünmeniz gerekir. Karşınızdaki 7 kocalı hürmüz
gibi 7 kez evlenerek, vuslat a erip, yine de
ben bakireyim diyebiliyorsa.. Bin kez hesap yapmanız gerekir, böyle bir
işe kalkışmadan önce… Böyle bir örgütün, açıkça silahlarını bırakmayacaklarını
söylemelerine rağmen, nasıl güven duyup ikna olunur anlayamıyorum. Teröre hiçbir
ülkede müsamaha gösterilmemiş olmasının sebebi, terör örgütlerinin isteklerinin
şantajcılar gibi hiç bitmeyeceğinden kaynaklanan güvensizliktir. Yarın yapmak
istediğiniz bu barış bozulursa, kaybınız sadece siyasi yenilginiz olmaz. Yurdu
kaosa sokmanı sorumluluğunu hiç bir vicdan sahibi almamalıdır. Alamaz da…
Barışın tek bir şartı olmalıydı… Silahlar kesin bırakılacak, teröristler teslim
olacak, Emir veren gurup yargılanacak ve Türkiye Cumhuriyetini, bayrağımızı ve
anayasamızı tanıyacak. Türkiye den bahsederken TC demeyecek kadar devlete saygılı
olacak. Teröristle yapılacak barışın başka formülü olamaz. Akıl hocaları USA ve İsrail bizim durumumuzda
olsaydı nasıl davranırdı diye soralım kendimize, doğru davranışı bulmak için.
Öncelikle insanın, bazen gerekli ama gerekli olduğu kadarda insanın hemcinslerine yaklaşımını kısıtlayan,
sakıncalı bir davranış olması sebebiyle bu duygunun bırakılması, hiç değilse
törpülenmesi gerekmektedir.
Barış için birde bu işte samimi olmak gerekir, samimi, özü
sözü bir olmak, yani adam olmak gerek. Her iki tarafta, karşılıklı olarak pek samimi ve iyi niyetli oldukları izlenimini
vermediler bana. Biri başarı sarhoşluğu içinde barışın özüne aykırı işler
yaparken. (Açıklamalar, Bayrak ve TC olayı gibi) Diğer taraf temkinli. Siyasi
sorumluluk almadan, (Görüşmelerin MİT müsteşarı kanalıyla ikinci elden yürütülmesi)
Döner dolapta yalnız. Tehlikenin farkında, emniyet kemeri verilmemiş belli.. Ya
düşersem korkusu had safhada. Düşüşüne
sebep olacak bu aletin felaket yaşanmadan durdurulması gerekir. Ama bunu kendi
yaparsa, cesaret edip bindiği bu dolaptan kendi isteğiyle inerse korkak damgası
yemekten çekiniyor. Bile bile de …. Ne olursa olsun.. Bu dolap dursun. Diyecek
halde…
Barışmaya teşvik eden, barışmanın sorumluluğunu alabilecek
akil adamlardır. Barışma cesareti olan bu insanları tarif etmek gerekirse, erdem,
hoş görülü, beşeri tekamülünü nispeten
tamamlamış, insani ilişkilerini etiket kurallarına uymasıyla, üst düzeyde tutan
kişilerdir. Bu kişiler, toplumda örnek teşkil ederek, beşerde olabilecek sakil davranışların
bireylerce otokontrol edilmesine katkıları büyüktür. Olası bazı olumsuzluklarda
sabırlı davranıp, karşılıklı tahammül edebilen bir toplumun oluşmasına da
yardımcı olurlar. Halk arasındaki isimleri de “Toplum önderleridir.”
Bu günlerde ise ayakların baş olduğu bir dönemden geçtiğimiz
için Görsel ve yazılı medyada kim sesini yükseltirse, kim kişisel cehaletininin
farkına bile varamayacak düzeyde bir akılla oraya çıkıp ta sesini yükseltirse,
Toplum önderi olarak ilan edilebiliyor.
Peki yukarıda saydığımız barışı sağlayacak unsurların hiç
biri olmadan, bu barış tesis edilebilir mi?
Bekleyip göreceğiz. Emin olun benim temennim, barıştan
vazgeçilmemesi.. Ama onunda koşulları belli..
Cemal Kazım Demir
Ist. 23.03.2013
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder