25 Şubat 2014 Salı

ENGİN BİR DOSTU ANLATMAK...





Onun kişiliğiyle ilgili bir parantez açarsak: Sevgili dostum İsmail Saraç’ı anlatmak için tek cümle yeterli olurdu. “Bazı yaşamların toplum yararına daha uzun olmaları elzem olmalı,, İsmail'ler biraz fazla yaşamalı.”  
c.k.demir

(ENGİN) BİR DOSTU ANLATMAK ZORDUR…

Bitmesini istemediğim bir muhabbet tadında bir adam..  Donatılmış bir rakı sofrası gibi, iştah açan tatlı dil.. İnsanı anlatırken karşındakini insana susatat komşum, dostum bir büyüğümü kaybettim.
"Kısadan hisse."  Fıkralarla süslediği, kendine has şivesi ve dingin sesiyle, dinleyeni coşturan..  Muhabbetinin  müptelası olduğum dostum, mahallemizin İsmail abisi  yok artık.
Dedim ya nüktedan bir adamdır İsmail Saraç..  Gider ayakta olsa  şaka yapmadan edemedi. 14 Şubat sevgililer gününde,  tüm sevgililerin birbirine ayrılmayacağız diye sözleştiği bir günde, sevenlerine veda etti.. 
Dünyanın en çok çiçek alışverişinin yapıldığı bir günde. Muhteşem bir gösteriyle.Milyarlarca çiçeklerin sevgi ifadesi olarak elden ele dolaştığı bir günde, gözümüzün önünden bir yıldız gibi kayarak gitti.

Onu tanıdığımda Ellili yaşların ortalarındaydı, gidişinde ise  yetmiş altısında.  

Karımla komşu ziyaretine gitmiştik. Onu tanımıyordum, ilk kez görüşecektik. Zili çaldığımızda bizi eşiyle beraber güleç yüzüyle karşılayan, teferruattan uzak, basit ama insanın içini ısıtan rahatlıkta bir adamla karşılaştım.  Yine aynı sıcak cümlelerle içeriye buyur ediyordu bizi. Yaydığı pozitif enerji olmalı beni etkileyen. O sebeple olmalı, adımlarımda hiç tedirginlik yoktu, daha önce hiç gelmediğim bu sıcak yuvaya girerken bilakis, bir dostun evine geldiğim hissi  coşturuyordu beni..
O gün onu İlk gördüğümde anlamıştım kumaşı iyi bir adamla karşılaştığımı. öyle ki; Kırk yıllık dostmuşuz gibi, her insanın kendisini içinde bulacağı konuları muhabbetin göbeğine yerleştirmesi, insanda sık sık görüşülen bir dostla sohbet ediyormuş hissi uyandırıyordu.

Kapıdan girdiğimiz gibi, hiç beklemeden  4. Kattaki dairenin, caddeye bakan balkonunda kurduğu sarayına buyur edilmiştik.  Tabi ki, Buz gibi rakılar eşliğinde muhabbetimiz güzeldi. Elif hanımın hazırladığı birbirinden güzel mezeler o akşam hiç bitmedi.
Dostluğumuz boyunca  şahit olduğum gibi, onun asıl mekanı, muhabbetin kurulduğu yer olan, zeminden 12 metre yükseklikteki  bu balkondu.
Öyle ki,  lambadan çıkan o masal devi   İsmail Saraç’a  "Gerçekleşmesini istediğin üç isteğini bildir de yerine getireyim."  diye soracak olsa. Vereceği üç cevapta “Balkon” olurdu. O balkon onun hayatının önemli bir parçasıydı.  Çünkü, o balkonda onun yaşamı, sevgisi, çocukları, dostları, özlemi, hasreti olduğu gibi, bolca edilmiş sitemleri  de vardı. Küfür etmez, edeni de sevmezdi. Fakat, yeni yetmeler gibi sıkça sitem ederdi. Onun çocuk kalmış taraflarından biriydi biraz sitemkar oluşu. Belli etmek istemese de kırılgan yüreği  olan, çok duygusal bir adamdı bu bozkırın efendisi. Şehirin göbeğinde ve Türkiyenin en büyük şehrinde yaşasa da o, Anadolu bozkırına ait bir adamdı.
Seni unutmak zor be adam. Anlatmak daha da zor. O kadar çok şey var ki anlatacak. Horozlu kız hikayesine sıra gelmeden bir kitap boyutunu aşar bu yazı.
Güzel adamdı .. Buğulu  bakardı gözleri keyifli olduğunda, gümüş gibi ara sıra parlardı gözbebekleri.  İsmail abim neşelendimi alt çenesi başlardı yavaştan ritim tutmaya. Önca hafif  mırıltılarla başlayan terane orta peste karar kılıp, nakarata geçerdi. Tüm türküleri dostluk ve insanlık öğretisi  üzerine olurdu.
Evet İsmail seni unutmak zor belki ama, unutmak isteyende yok zaten. Sohbeti de gümüş renkteydi gözleri ve çoğu giysisi gibi. Görüntüsü göz yormasın, dinleyeni bıktırmasın diye olsa gerek, bir tonu seçmişti kendine, çoğu zaman kurşunuiydi. Hiçbir zaman siyah - beyaz olmadı, her cümlesi bolca gri tonlarla bezenmişti. Çok iddialı olduğu konularda bile bu gri ton siyaha dönmez, duman renginde kalırdı. Haddini bilerek laf etmeye önem verirdi. Adap ve terbiyenin akademisyeniydi o, karşısındakinde de  olmasını istediği, dost olabilmesinin ilk şartı buydu.  Mektebi olmayan, insana, insan sıfatını kazandıran bu meziyet.  Ona  atalarından miras kalmıştı. Çocuklarına bırakacağı en ihtişamlı tereke buydu. 
Hayatın getirdiklerini olduğu gibi kabul edebilen bir olgunluğa sahipti. Yaşamın ayrıntılarında kaybolan insanlardan değildi. Önce adam, sonra meslek sahibiydi. Adamca duruşun ödün verilmeyecek değerde olduğunu bilirdi.  Yaşamı onu bilge yapmıştı, öğrendiklerini sentezleyecek kadar düşünebilme yeteneği ve fikir üretebilen kıvrak bir zekaya sahipti.

Adamı adam yapmasa bile, adamı adamlıktan çıkarmayan  kadınlara saygı duyarım hep. İsmail Saraç’ın saygı duyulası adamlığını  bütünleyen biri de vardı  tabi. Bu kadın, onun  hayat arkadaşı, sırdaşı ona bir ömür yoldaşlık etmiş kadınından başka kim olabilirdi ki;  Mutlu bir aile olmalarının temelinde, dışarıdan bakanlarca da hissedilen bu  sınırsız sevgi ve saygı yatıyordu. Çok kuvvetli bir bağdı 
Evet İsmail Saraç ve eşi Elif Hanım, bizim ailecek dostlarımızdı. Tüm Saraç ailesi, dahası.. Çoluk çocuk cümle avenesi (Damatlarını :))  kastediyorum.)  
Şaka bir yana.. Son yıllarda toplumca önemsemediğimiz, hatta kaybettiğimiz  bir özellikleri daha vardı bu dostlarımın. O da unuttuğumuz görgü kurallarının olmazsa olmazı.. “Konuştuğun kişinin yüzüne bakmasıdır, terbiyeden geçmiş beşeri denen ademoğlunun..”  Birbirine çok yakışan bu çiftte, daha fazlası vardı.  Onları tanıdığım süre içinde, ikisi de samimiyetlerinin ifadesi, her zaman konuştukları kim olursa olsun saygı duydular, yüzlerini hiç çevirmediler, gözlerini hiç kaçırmadılar.
Dededen ve Nesilden Erzincanlıydı. Memleket hasreti hep depreşirdi,  o anlar yarı gurur, yarı hasret keyiflenir. İçinde Alevi deyişlerin bol olduğu türkülerden birini davudi sesinin elverdiğince yanık bir tonda mırıldanırdı. Aleviydi, kendisiyle barışık, İnsana inanan, insanı seven biriydi. Sitemleri de insanaydı. Gerek Aleviler, gerekse sunilerin bağnazlarını hiç sevmezdi.  Cahil adamla dostluk kurmadı, cahil onun için yolunu kaybetmiş ama yol sormayı gurur yapan biriydi.Ziyaretlerde çay içilen evde hayal kırıklığı yaşardı, Buzlu rakı onun içini çaydan daha iyi ısıtırdı.
İnsanlar için asıl cennetin dünya olduğunun farkına varabilen ender kişilerden biriydi. İnsan olabilmenin hazzını hissederek, keyif alarak yaşamın tadını çıkaranlardı.
Yüzyıllar geçmesine rağmen, dinimizin ambargosu tabular sebebiyle, dinimiz öğretilerinin milenyumda bile sağlıksız bir şekilde yapılmasından olsa gerek, insanımız, Sünnilik hakkında da yeterli bilgiyi ehlinden alamadığı gibi, Alevilik hakkında bilmesi gerekenlerin asgarisini dahi bilmeden, önyargılı olabiliyor.

Muhakkak,  çevresinde kendisine illa ki, Aleviliğini hatırlatan, bağnaz fikrinin dürtüleriyle olması muhtemel daha da ileriye giderek, inancı hiciv konusu yapan insanlar olmuştur.  Ama İsmail, onları kale almayacak kadar donanımlıydı inanç konusunda.. Dinimizin halka anlatıldığı gibi olmadığını bilir. İnsandaki ruhani kavramın, inancın felsefesini kavramış biriydi.  Çok üstüne gelindiğinde, küçük bir fıkra ile karşısındakini kırmadan konuşamaz hale getirirdi.  Bir çok kez olayları izah etmede ve sitemini dile getirmede kullandığı, fıkra dağarcığı çok genişti.
Mesela.. Bir dostuyla karşılaştığında hemen, bu günkü durumu izah eden küçük anekdot çıkarırdı dağarcığından.

Ve başlardı anlatmaya..

 “Dönem Padişahlık devri..”
O zamanlar  birinin Divanda çalışan bir dostu vardır.
Uzun bir zaman göremediği bir dostu
Bir gün sohbet esnasında.. Bir başka arkadaşı ona :
 “ Filanı görmeyeli çok odumu?”  diye sorar.
Beriki: “ Ben onu görmek istemiyorum ki..” cevabını verir
Tesadüfen orada   Yine Divanda çalışan başka biri bulunur  Konuşmaya şahit olmuştur.
“Ne hatası oldu ki, onu görmekten kaçınıyorsun ağa..” diye sorar
Adam: “ Bir hatası yok.”  Der. “Ama Divanda çalışan bir dostu ancak azledildiği zaman görmek münasip olur..”  der.
Not: İnsanlar önemli görevlere getirildiklerinde bu gün yapıldığı gibi kirli ilişkilere girmezler bilakis, dedikodu olur diyerek eski dostlarıyla bile görüşmezlerdi. Onları tekrar görmek ancak, azledildikleri zaman olurdu. O zaman gerçek dostlarına gönüllerini dökerlerdi.     Bu hikayede dostunun önemli bir görevde olduğu süre içinde, onu görmekten imtina edişini ince bir üslupla  anlatması kadar, tatlı bir eleştiri ve serzenişi de ilgi çekici.

Erzincan’dan kalkıp İstanbul’u kendine ve ailesine mesken eden bu adam, çok zorluklar çekti dertlendi ama, derdini belli etmedi. Memleketin sağ sol kavgaları dönemindeki kıyımlarda delifişek  iki evlat yetiştirmiş. Onlar için bolca endişeler yaşamıştı. Fakat hiç bir zaman bu zorluklar ona insanlığını untturamamıştı.
Evet..  İsmail, dostluk kelimesinin anlamını idrak edenlerin anladığı gibi, dostumdu. Bu sayfalara sığmayacak kadar kocaman bir yüreği ve o yüreğin yaşattığı sevgi dolu bir dünyası vardı.

Acıları, özlemleri, sevinç ve övünçleri vardı. Acısında bükülmedi,  dertlerini belli etmedi.  Zamansız bayramlarda gülmek istemedi. Gün geldi  hasretine, gün geldi sevincine uzak durmayı bildi, bilgeydi.

Bazı ukala sosyologların okuyamamışlar için, el yordamıyla hayata tutunurlar dedikleri nesildendi, ama  sanılmasın ki, onu yöneten sadece genleriydi.. El yordamıyla değil, sarmaşık inadıyla tutundu hep hayata…  Ayağı sımsıkı kavrayan çarık gibi sarıldı ekmeğine, Çarık gibi inatla yaşamı boyu dayandı her türlü güçlüğe..  Zaman zaman üzerinde ağırlaşıp tüm ağırlığını hissettiren yaşama direndi, dirençliydi  Taşfırın ekmeği gibi, ekmek tadı vardı İsmailde..
...Ve tarifi İsmail'in, bir çarığın tarifi kadar basitti, ince hesaplar yapan biri olmadı hiç, karmaşık değildi.

Park alanına cami yapacağız diyenlere ve gecekomdu çadır dikip, işi oldu bittiye getirenlere.. Tek başına direndi. Cesaretliydi, Dünya görüşünden ve özgürlüğünden hiç ödün vermedi.
Kendinden emin, bu günkü tabirle özgüveni yüksek biriydi. Çünkü yalnız değildi, Yüzlerce yıllık, Alevi felsefesi her zaman yüreğindeydi.

Tabi ki, her ademoğlu gibi, o da dört dörtlük değildi, hepimiz gibi onunda hataları vardı ama, Hatalıysa hatasını anladı, hatalarından kaçanlara has tafrası olmadı.    Daha çok, hatası olanı da affedenlerde bulunan yücelik  yaftasını ismine yakışır bir şekilde taşıdı.

Yirmi iki senelik komşum ve dostum olan bir büyüğümü, İnsanların gözleri içine muhabbetle bakan bu kocaman yüreği, dostum İsmail abi yi yolcu ettik.  Acımız büyük. Gururluyuz çünkü, çok şey öğrendik.
Gözlerimizin içine güleç bakan bu adamı gözlerine baka, baka gönderdik. Çaresizdik.. Teselli bulmak için “Tıbbın aczidir.” Dedik.
Güle güle ağa.. Ebedi mekanına dünyadaki ışığından götür.  o ışık orayıda aydınlatsın..

Cemal k. Demir
Şubat/
 Tarih sayfalarındaki
Rakam 2014
bizi terk ettiği gün
14 Şubat
Sevgililer günüydü



ANISINA DOSTUMUN

Sevgili dostum seni anlatmaya
sayfaların yetmeyeceğini
Seni tanıyanlar bilir.
Tanımayanlara
Anlatsam desem
Masal gelir.
Dalında ham duran beşere
Meram anlatmak  
Bana zül gelir
Gün devrildi..
Bu gün geceye gebedir
Benim merakla  beklediğim
Gün boyu rezillikler
Gören güneşin
Kızarıp düşmesidir.

Bu vakit..
Akşamcının ezberi
kerahet vaktidir
Şunu bilmelisin ki dostum
Bu akşam
...Ve daha sonraki akşamlar…
Ben yaşadıkça gönlümde hep yerin var
Muhabbetini aradığımda
Soframda …
Ve sağımda
Senin için koyduğum 
Buzlu rakı’n duruyor.
Uzasın diye muhabbet
Dolaptaki yedeği
Kuzu kuzu yatıyor.

c.k.demir
Şubat 2014

Hiç yorum yok: