Bu yazı, çağımızın hastalığı bu amansız illetten
mustarip olan yaşamlara adanmıştır.
ckd
YAŞAMA ASILMAK
Evrendeki milyarlarca uydulardan biri olan dünyamızda
yaşamın oluşma evresi bilinir fakat yaşamın amacı bilinmediğinden tarifi
sınırsızlığa mahkûmdur.
Yaşamımızın her anının tanrı tarafından belirtildiği
söylenir fakat bize bu güzergâh verilmez. Yaşama zamanını tanrı belirler ama
bize işlerimizi yoluna koymak için dahi olsa, son günün tarihi verilmez. Yaşayıp yaşamaman tanrının takdiridir denir,
senin kararın itibar görmez. İnsanda aklın gelişmesiyle doğru orantılı olarak,
bu konuda yeni ve daha akla yatkın mantıksal bir soru oluştuğunda değişmesi
muhtemel düşünceler, fikirler geliştirilmiştir hep. Başta teologlar olmak üzere sorgulayan beyinler
kendi felsefi görüşleri doğrultusunda yaşamın tarifini yapar, her yüzyılda bir,
yaşamdaki amacın ne olması gerektiği konusunda görüşler ortaya atarlar.
Yerkürenin bizim gibi, doğu ve güneydoğu bölgesinde
yaşayan insanların batıl inançlara yatkınlığından mıdır bilinmez. Dünyaya
gelmiş tüm dinlere mensup 2000 küsur peygamber ki, bunlardan sadece 75 kadarı aziz olarak anılır
ve 4 tanesi için kitap inmiş semavi peygamber denilir. Hepsi bizim coğrafyamızda, Kuzeydoğu Anadolu
(Kafkas Dağları bitimi) ile Urfa üzerinden güneye ta Filistin’e uzanan bölgede
zuhur etmiş ölümlülerdir. Kısacası nereden gelip, nereye gittiği belli olmayan
fakat atmosfer gibi günden güne genişleyip şişen bir yaşam öyküsüdür biz
dünyalıların artlarında bıraktıkları. Bilinmeyene hikâye üretmede usta olan
bezirgân tipli hayalperestler bu durumdan kendilerine pay çıkarmayı
başarmıştır. Teoloji felsefesine göre,
Kâinattaki yaşamlarının tanrıya ait olduğu tezi işlenir de, sadece
düşünen varlık olan insan tanrıya karşı sorumlu tutulur. Çünkü insan yaşamı da
kendisine ait olmayıp, tanrılara adanmış yaşamdır. Ve sadece tanrıya hizmet
için yaşanması gerektiği görüşü savunula gelmiştir tüm semavi din
öğretilerinde. Savunmak ne kelime hatta bu konuda yaptırım uygular, insan
yaşamının sona erip yaşama veda ettiğinde tanrıya iyi kulluk yapanların
mükâfatlandırılacağı, kötü kul olanların ise cezalandırılacağını günün her
vaktinde düşünmeyen beyinlere zerk ederler.
Bu konuda her bireyin düşüncesine saygılı olduğumu
bilmenizi isterim. Ben sadece İslam tarihi ve insan yaradılışı konularını
inceleyen bilim kitaplarından emaneten aldığım bilgileri aktarmaktayım.
Kişilerin inancıyla ilgili bir sorunum olmadığı gibi onları ruhani konularda
bilgilendirmenin mükellefiyetimde olmadığı bilincindeyim. Bu sebepledir ki;
Konuyu fazla uzatıp canınızı sıkmak istemiyorum. Benim yaşadığım coğrafyada yaşam değince akla
gelen yaşam algısını sıralamayı yapmam gerekiyordu başka yaşamları anlatabilmek
için.
İnsan yaşamında bir kez olsun yaprağın çürüdüğünde
rengini aldığı toprağa dönüştüğünü. Suyun berraklığında gökyüzü rengini
aldığını, toprağa karıştığında çamurlaştığını. Ateşi söndürdüğünü ama sıcakta
buharlaşıp uçtuğunu düşünemez mi? Düşünür elbet. Düşünür ve düşündükçe sorular
birikir beyin bölgesinde, öyle çok soru birikir ki. Beyin araştırıp öğrenmeden
buna cevap veremez. İşte o an araştırma başlar. Araştırma bilgilenmeyi,
bilgilenme cesareti getirir. İnsan o an yaşamaya başlar. Korkmadan, gelecek
korkusu olmadan, zebanilerin beynine zerk ettikleri ahiret korkusu olmadan
kendini daha bir özgür hissederek yaşar.
Çünkü bilir ki; Tanrı onu kendi sıfatında yaratmış, düşüncesinde özgür
kılmıştır. Düşünme yetisini vermiş, düşünebilmek için aklın gelişimini
kendisinin dilediği gibi yapmasını yine kendisine bırakmıştır. Evreni, yaşam
sırrını çözmeyi de insana bırakmıştır. Kendisini idare etmekten aciz ezberci
din bezirgânlarının esaretinden bu şekilde kurtulacağını buyurmuştur tanrı en
büyük eserine.
Bizim coğrafya ile gelişmiş coğrafya arasındaki düşünce
farkının iki asır açılması bizim coğrafyada inanç üzerine düşünüp, fikir
yürütmenin uzun yıllardan bu yana yasak olmasından kaynaklanmaktadır. AVM ve gökdelenleri siz gelişmişlik olarak
algılar, onların amacına uygun bir şekilde tüketici bir toplum olursanız, çok
yakında içinde toplum olarak yaşadığınız bu vatanı da kaybetmeniz büyük
olasıdır. Yaşam ne bir gökdelen, ne de kendi yarattığın yaşam tarzının esiri
olmaktır. Yaşam hayatı olduğu gibi yaşamak. Yaşam soluk almaktır. Dilediğince
özgür takılmaktır. Kalitesi yaşamın insan olabilmekte yatar, İnsan olmak ve
insan kalmak sadece erdem insanlara has bir lüks olmaktan öteye gidemiyorsa
eğer, bunun sebebi yaşamın önceliklerini kendisi için belirleyen insanda aramak
gerekir.
İnsan yaşamında mutlu anlar olduğu kadar acı dolu
anlarda vardır elbet. Yaşam sihirbazları ki, onlar genellikle bilgedirler.
Acıyı bayrama çevirebilen müstesna kişiliklerdir. Yaşamı ciddiye aldığınız süre
problemleriniz bitmez. Yaşamı
boşladığınızda yaşam sizi affetmez. Ortası var mı bunun derseniz vardır. O da
her an yaşamın içinde olmak, oyun bitene kadar sahada kalmaktır. Bence yaşamı
anlamlı kılan en önemli unsur onun için verilen mücadeledir. İnsanın doğasında
olan mücadele gücüdür onu hayatta tutan, ona olmadık, aklın alamayacağı işleri
yaptıran. Bazen yapabildiğimize kendimizin bile şaşırdığı, bırakın yapabilmeyi
başarmak, düşünülmesinin bile mucize olduğu işleri hep insanlar başarmıştır. Bu
gizli güç insanda mevcuttur. Bu güç insan moral ve motivasyonunun en üst
seviyede olduğu zamanlarda ortaya çıkar, siz farkında olmadan işi kotarırsınız.
Yaşamı tehdit eden birçok görünmez olaylar olduğu gibi,
bizim davet ettiğimiz hastalıklarda olabilir hatta biz istemesek te insanlığın
yaşam koşullarının değişmesiyle ortaya çıkan amansız hastalıklarda olabilir. Hastalıkların
illeti, kanser denen illetin hemen hemen her ailede bir bireye musallat olması,
yaşamımızla ilgili bir şeylerin yanlış yapıldığının haykırışıdır. Benim yakının
ve sevdiğim birçok kişi çağın hastalığı olan böyle hastalıkla mücadele etmiş ve
etmekte iken, bu konuda bir şeyler yazmam gerektiğini düşündüm. Çok yakından tanıdığım bu illetin, kardeşimin
yemek borusu lenflerinde çıkması. Onun karısının 3,5 yıldır tedavi gördüğü bu
hastalıkla mücadelemiz, kayınvalidemin aynı hastalıktan mustarip olması, bu
konuda insanlığın topyekûn bir mücadele etmesi gerektiğinin işaretleridir.
Bu gün Okulumuzun ilk mezunlarından benim her yönüyle
takdir ettiğim abimizin 14 yıl önce başladığı mücadelesini büyük bir özveriyle
sürdürmesi, ondaki irade gücünün, bu illetle savaşan herkese örnek olması gerektiğini
düşünüyorum. Mücadele gücünü kaybetmemiş olmasının bana da güven verdiğini,
umudumu arttırdığını söylemeliyim.
Okulumuzun ilk kütüphanesini sadece kendi okuduğu
kitaplarla kuran ve mutlu bir yaşamdan genç yaşında umudunu kesen biri olarak,
okulumuzun kendisine yeni bir yaşam pınarı olduğundan övgüyle bahseden bu adam
yaşamın her safhasını algılayarak yaşamış ve akademik kariyer yaparak, bir
insanın olabileceği en iyi yere ulaşmıştır. Ben kendisine geçmiş olsun derken,
tüm içtenliğimle seninle beraberiz demek istiyorum.
Hadi gel “YAŞAMA ASILALIM” mücadele etmemek bizim kişiliğimize yakışmaz.
Tabi ki tıbbın elverdiği ölçüde yardım alacağız ama bu hastalığın tedavisindeki
en önemli unsurun İrade gücü ve moral olduğunun bilinmesinde yarar var.
Pysi-collage = Değişen ruh hali (Karışık duygular) Ben bu kelimenin Latin kökenli olmayıp, benim
atalarımın lisanı olduğunu, abim Gürol Demir’in insanlığın ilk medeniyet
belirtilerinde gördüğümüz iletişimi sağlayan işaretleri incelemesiyle başlayan
“Dil izi” notlarından öğrendim. Pys=Ruh
(İç dünyamız) Collage=çeşitlemek.. İnsan yaşamında unutulan en önemli itici
güç, insana olmazı yaptırabilen güç. Ferhat’a dağları deldiren güç insanın ruh
hali içinde gizlidir. Bu durumda.. Fiziksel çöküntüye sebep olan ve muhtemel
bir fiziksel çöküntünün başlamasını önleyenin aynı güç olduğunu hiç bir zaman
unutmamalıyız.
Peki, bu güç geliştirilebilir mi? Tabi ki
geliştirilebilir. Bunun için insanda çok sağlam bir irade olması gerekir,
özgüven için bu şarttır. İkincisi ve en önemlisi insanın kendisine önemli
olduğunu hissettirecek ve kendisinin onlar için her şeyi yapmaya hazır olduğu
dostlarıdır.
Cemal k. Demir
10.07.2014
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder