21 Eylül 2016 Çarşamba

YAŞAMA ASILALIM


..Çünkü yaşam insana verilen en güzel hediyedir.

Bu yazı, çağımızın hastalığı bu amansız illetten mustarip olan yaşamlara adanmıştır.

ckd

YAŞAMA ASILMAK

Evrendeki milyarlarca uydulardan biri olan dünyamızda yaşamın oluşma evresi bilinir fakat yaşamın amacı bilinmediğinden tarifi sınırsızlığa mahkûmdur.

Yaşamımızın her anının tanrı tarafından belirtildiği söylenir fakat bize bu güzergâh verilmez. Yaşama zamanını tanrı belirler ama bize işlerimizi yoluna koymak için dahi olsa, son günün tarihi verilmez.  Yaşayıp yaşamaman tanrının takdiridir denir, senin kararın itibar görmez. İnsanda aklın gelişmesiyle doğru orantılı olarak, bu konuda yeni ve daha akla yatkın mantıksal bir soru oluştuğunda değişmesi muhtemel düşünceler, fikirler geliştirilmiştir hep.  Başta teologlar olmak üzere sorgulayan beyinler kendi felsefi görüşleri doğrultusunda yaşamın tarifini yapar, her yüzyılda bir, yaşamdaki amacın ne olması gerektiği konusunda görüşler ortaya atarlar.

Yerkürenin bizim gibi, doğu ve güneydoğu bölgesinde yaşayan insanların batıl inançlara yatkınlığından mıdır bilinmez. Dünyaya gelmiş tüm dinlere mensup 2000 küsur peygamber ki,  bunlardan sadece 75 kadarı aziz olarak anılır ve 4 tanesi için kitap inmiş semavi peygamber denilir.  Hepsi bizim coğrafyamızda, Kuzeydoğu Anadolu (Kafkas Dağları bitimi) ile Urfa üzerinden güneye ta Filistin’e uzanan bölgede zuhur etmiş ölümlülerdir. Kısacası nereden gelip, nereye gittiği belli olmayan fakat atmosfer gibi günden güne genişleyip şişen bir yaşam öyküsüdür biz dünyalıların artlarında bıraktıkları. Bilinmeyene hikâye üretmede usta olan bezirgân tipli hayalperestler bu durumdan kendilerine pay çıkarmayı başarmıştır. Teoloji felsefesine göre,  Kâinattaki yaşamlarının tanrıya ait olduğu tezi işlenir de, sadece düşünen varlık olan insan tanrıya karşı sorumlu tutulur. Çünkü insan yaşamı da kendisine ait olmayıp, tanrılara adanmış yaşamdır. Ve sadece tanrıya hizmet için yaşanması gerektiği görüşü savunula gelmiştir tüm semavi din öğretilerinde. Savunmak ne kelime hatta bu konuda yaptırım uygular, insan yaşamının sona erip yaşama veda ettiğinde tanrıya iyi kulluk yapanların mükâfatlandırılacağı, kötü kul olanların ise cezalandırılacağını günün her vaktinde düşünmeyen beyinlere zerk ederler.

Bu konuda her bireyin düşüncesine saygılı olduğumu bilmenizi isterim. Ben sadece İslam tarihi ve insan yaradılışı konularını inceleyen bilim kitaplarından emaneten aldığım bilgileri aktarmaktayım. Kişilerin inancıyla ilgili bir sorunum olmadığı gibi onları ruhani konularda bilgilendirmenin mükellefiyetimde olmadığı bilincindeyim. Bu sebepledir ki; Konuyu fazla uzatıp canınızı sıkmak istemiyorum.  Benim yaşadığım coğrafyada yaşam değince akla gelen yaşam algısını sıralamayı yapmam gerekiyordu başka yaşamları anlatabilmek için.

İnsan yaşamında bir kez olsun yaprağın çürüdüğünde rengini aldığı toprağa dönüştüğünü. Suyun berraklığında gökyüzü rengini aldığını, toprağa karıştığında çamurlaştığını. Ateşi söndürdüğünü ama sıcakta buharlaşıp uçtuğunu düşünemez mi? Düşünür elbet. Düşünür ve düşündükçe sorular birikir beyin bölgesinde, öyle çok soru birikir ki. Beyin araştırıp öğrenmeden buna cevap veremez. İşte o an araştırma başlar. Araştırma bilgilenmeyi, bilgilenme cesareti getirir. İnsan o an yaşamaya başlar. Korkmadan, gelecek korkusu olmadan, zebanilerin beynine zerk ettikleri ahiret korkusu olmadan kendini daha bir özgür hissederek yaşar.  Çünkü bilir ki; Tanrı onu kendi sıfatında yaratmış, düşüncesinde özgür kılmıştır. Düşünme yetisini vermiş, düşünebilmek için aklın gelişimini kendisinin dilediği gibi yapmasını yine kendisine bırakmıştır. Evreni, yaşam sırrını çözmeyi de insana bırakmıştır. Kendisini idare etmekten aciz ezberci din bezirgânlarının esaretinden bu şekilde kurtulacağını buyurmuştur tanrı en büyük eserine.

Bizim coğrafya ile gelişmiş coğrafya arasındaki düşünce farkının iki asır açılması bizim coğrafyada inanç üzerine düşünüp, fikir yürütmenin uzun yıllardan bu yana yasak olmasından kaynaklanmaktadır.  AVM ve gökdelenleri siz gelişmişlik olarak algılar, onların amacına uygun bir şekilde tüketici bir toplum olursanız, çok yakında içinde toplum olarak yaşadığınız bu vatanı da kaybetmeniz büyük olasıdır. Yaşam ne bir gökdelen, ne de kendi yarattığın yaşam tarzının esiri olmaktır. Yaşam hayatı olduğu gibi yaşamak. Yaşam soluk almaktır. Dilediğince özgür takılmaktır. Kalitesi yaşamın insan olabilmekte yatar, İnsan olmak ve insan kalmak sadece erdem insanlara has bir lüks olmaktan öteye gidemiyorsa eğer, bunun sebebi yaşamın önceliklerini kendisi için belirleyen insanda aramak gerekir.

İnsan yaşamında mutlu anlar olduğu kadar acı dolu anlarda vardır elbet. Yaşam sihirbazları ki, onlar genellikle bilgedirler. Acıyı bayrama çevirebilen müstesna kişiliklerdir. Yaşamı ciddiye aldığınız süre problemleriniz bitmez.  Yaşamı boşladığınızda yaşam sizi affetmez. Ortası var mı bunun derseniz vardır. O da her an yaşamın içinde olmak, oyun bitene kadar sahada kalmaktır. Bence yaşamı anlamlı kılan en önemli unsur onun için verilen mücadeledir. İnsanın doğasında olan mücadele gücüdür onu hayatta tutan, ona olmadık, aklın alamayacağı işleri yaptıran. Bazen yapabildiğimize kendimizin bile şaşırdığı, bırakın yapabilmeyi başarmak, düşünülmesinin bile mucize olduğu işleri hep insanlar başarmıştır. Bu gizli güç insanda mevcuttur. Bu güç insan moral ve motivasyonunun en üst seviyede olduğu zamanlarda ortaya çıkar, siz farkında olmadan işi kotarırsınız.

Yaşamı tehdit eden birçok görünmez olaylar olduğu gibi, bizim davet ettiğimiz hastalıklarda olabilir hatta biz istemesek te insanlığın yaşam koşullarının değişmesiyle ortaya çıkan amansız hastalıklarda olabilir. Hastalıkların illeti, kanser denen illetin hemen hemen her ailede bir bireye musallat olması, yaşamımızla ilgili bir şeylerin yanlış yapıldığının haykırışıdır. Benim yakının ve sevdiğim birçok kişi çağın hastalığı olan böyle hastalıkla mücadele etmiş ve etmekte iken, bu konuda bir şeyler yazmam gerektiğini düşündüm.  Çok yakından tanıdığım bu illetin, kardeşimin yemek borusu lenflerinde çıkması. Onun karısının 3,5 yıldır tedavi gördüğü bu hastalıkla mücadelemiz, kayınvalidemin aynı hastalıktan mustarip olması, bu konuda insanlığın topyekûn bir mücadele etmesi gerektiğinin işaretleridir.

Bu gün Okulumuzun ilk mezunlarından benim her yönüyle takdir ettiğim abimizin 14 yıl önce başladığı mücadelesini büyük bir özveriyle sürdürmesi, ondaki irade gücünün, bu illetle savaşan herkese örnek olması gerektiğini düşünüyorum. Mücadele gücünü kaybetmemiş olmasının bana da güven verdiğini, umudumu arttırdığını söylemeliyim.

Okulumuzun ilk kütüphanesini sadece kendi okuduğu kitaplarla kuran ve mutlu bir yaşamdan genç yaşında umudunu kesen biri olarak, okulumuzun kendisine yeni bir yaşam pınarı olduğundan övgüyle bahseden bu adam yaşamın her safhasını algılayarak yaşamış ve akademik kariyer yaparak, bir insanın olabileceği en iyi yere ulaşmıştır. Ben kendisine geçmiş olsun derken, tüm içtenliğimle seninle beraberiz demek istiyorum.

Hadi gel “YAŞAMA ASILALIM”  mücadele etmemek bizim kişiliğimize yakışmaz. Tabi ki tıbbın elverdiği ölçüde yardım alacağız ama bu hastalığın tedavisindeki en önemli unsurun İrade gücü ve moral olduğunun bilinmesinde yarar var.

Pysi-collage = Değişen ruh hali (Karışık duygular)  Ben bu kelimenin Latin kökenli olmayıp, benim atalarımın lisanı olduğunu, abim Gürol Demir’in insanlığın ilk medeniyet belirtilerinde gördüğümüz iletişimi sağlayan işaretleri incelemesiyle başlayan “Dil izi”  notlarından öğrendim. Pys=Ruh (İç dünyamız)  Collage=çeşitlemek..    İnsan yaşamında unutulan en önemli itici güç, insana olmazı yaptırabilen güç. Ferhat’a dağları deldiren güç insanın ruh hali içinde gizlidir. Bu durumda.. Fiziksel çöküntüye sebep olan ve muhtemel bir fiziksel çöküntünün başlamasını önleyenin aynı güç olduğunu hiç bir zaman unutmamalıyız.

Peki, bu güç geliştirilebilir mi? Tabi ki geliştirilebilir. Bunun için insanda çok sağlam bir irade olması gerekir, özgüven için bu şarttır. İkincisi ve en önemlisi insanın kendisine önemli olduğunu hissettirecek ve kendisinin onlar için her şeyi yapmaya hazır olduğu dostlarıdır.

Cemal k. Demir

10.07.2014

Hiç yorum yok: