ONLAR
ESKİ. AOO ESKİLERİ . ANTİK KENT GİBİ..
Onlar kendi
kaderlerini kendileri çizdiler, Çünkü Her şeyin el yordamı, “Deneme
yanılma” metoduyla yapıldığı bir
memleketin çocuklarıydılar. Bilmedikleri bu işte önlerinden giden, onlara örnek
olacak kimse yoktu.
AOO Efsaneler
gurubundan haberiniz var sanırım.
Bu gurubun
hikâyesi, Yurdumuzun her köşesinden
gelen süzme *hergeleler (Hilmi Erbil
Abimiz hariç. O bu kelimeye aşina değil. Onun lügatinde "Hergele"
kelimesinin anlamı başka.) ile Anadolu’nun
(Bu gün bile, Türk tipini temsil ettikleri varsayılan) bıçkın delikanlılarının yetkililerce seçilip
homojen bir şekilde hergele sınıfı ile karıştırılarak Yurdumuzun ihtiyacı olan
Otelcilik mesleğine uygun melez bir ırk yaratma düşüncesiyle başlamıştır.
Altmışlı yılbaşlarında
uygulamaya konan bu proje, Türkiye’nin turizmde atağa kalkma projesidir ve her
şeyde olduğu gibi bu projede, bir Türk
vatandaşımızın düşünce ürünü değildir. Amerikalı bir meslek erbabının, Türk
tanıdıklarına önermesiyle Türkiye’de olmayan turizm sanayi Ünitelerinde
çalıştırılacak eleman yetiştirilmesi için, kurulmasına karar verilen bir
okuldur Ankara Otelcilik okulu.
Apar topar metruk bir
bina bulunur, içine gelişigüzel mefruşat döşenir. Tabelası da mahallenin en
afili tabelacısına Siyah cam zemin üzeri yaldız kullanılarak majüskül harflerle
yazdırılmıştır. Okulun demirbaşına, Amerikan kolejlerinde olduğu gibi uzun
burunlu bir Ford Otobüs ilave edilmesiyle o günlerin eğitiminde öğrencilerine
gıptayla bakılan “ Otel Management
Collage of the State of Turkey “ imajı tamamlanmıştır.
Tüm bu güzelliklere
ilaveten, Amerikan ordu emeklisinin ruhuyla bezenmiş, Halim Bey figürünü ilave
etmezler mi kompozisyona. İşte o zaman yeme de yanında yat olmuş.
Önceleri hizmet
sektörünün de okulu olur mu diye düşünen, ama reisleri karşısında el pençe
durmaya gocunmayan erkek milletimiz, hizmet etmeyi nedense çok yadırgamış, bir
türlü kabullenememiştir. Bu mesleği Türk
erkeklerine yakıştıramayıp, bu okulda eğitmek için dışarıdan öğrenci getirmeyi
düşünmüş, bu fikri Amerikalılara açmışlardır. “ -Bu proje çok iyidir fakat
bizde bunu yapabilecek eleman bulmakta güçlük çekeriz. “ deseler de, Amerikalı danışmanlar, Türklerin bazı
mesleklere karşı ön yargılı oldukları, dahası bunu komplekse dönüştürdüklerini
düşünemezler ve insanlarımızı ciddi bir şekilde fiziksel ve zekâ durumlarını
incelemeye tabi tutarlar. Uzun incelemeler sonunda Türk gençlerinin, bu işi
yapabilecekleri raporunu Bakanlığımıza verirler.
Bundan sonra yapacak
bir şey kalmaz. Vakur Türk erkeğinin tarihinde o günden sonra “Mektepli
garsonluk” dönemi başlamıştır. (Geçtiğimiz günlerde 50 Yılı kutlamalarını
yaptığımız, okulumuzun kuruluşuna paralel olarak, Türk erkeğinin Mektepli
Garsonluk döneminde 50. Yılına ulaştı diye de kutlayabilirdik.)
Amerikalı ne derse bu
gün olduğu gibi o günde yapıyormuşuz anlaşılan. Adamların söylediği bu gün
bile, Tanrı buyruğu gibi. Batıya
benzemek için harcadığımız çabanın yarısını biz olmak, kendi benliğimizi bulup
kendi düşüncemizi yansıtan fikirler üretmek için harcasaydık, inanın Dünyanın
kalkınmış ilk beş ülkesi içinde olabilirdik.
Bu uğurda Bürokrasimiz
nelere katlanmadı ki; Hatta okulumuzun kuruluşunda öğrenci adayları içinde, çok
değer verdikleri, örnek Anadolu ırkının yukarıda bahsi geçen akıl dozajı fazla
kaçmış hergele sınıfıyla karışımından oluşabilecek ahlaki erozyon ve psikolojik
zararlar konusunda psikologların uyarılarını da dikkate almamış, o gençler de ileride olabilecek kişilik
bozuklukları riskini göze alarak, projenin aksamasına meydan vermemişlerdir. O
zamanın ileri görüşlü Türk bürokratları. Her şeye rağmen bu karışımı yapmış ve
Saç telinden Ayak parmak ucuna kadar “Salon Adamı” olan bir otelci tipini
yaratmışlardır. Otelci diyorum, çünkü okulun
mezunlarının % 60 ı mezun olduktan sonra garson olarak bile zor iş
bulduklarını düşünürsek, Okulun isminin garsonluk okulu olması daha uygun
olurmuş. Okulumuz mezunlarının % 20 sinin onlara göre, bu aşağılayıcı meslek
sebebiyle hayata küsüp, kendilerini meslekten ihraç etmeleri de psikolojik
sorunların olduğunun bir göstergesidir.
Bir kaç defa Milli
Eğitim Bakanlığında konu tartışılmış, Otelcilik, Yani aşçılık ve garsonluğun
okulu olmamalıdır fikri her seferinde baskın çıkmıştır. Öyle ya henüz turizmin
adı sanı bilinmezken, böyle bir okulun açılmasına ne gerek vardı. Sözleri bakanlık koridorlarında duyulur
olmuştur. Bu durumdan en çok alınan ve böyle bir okulun uhdelerinde olduğu için
arkadaşlarının alay konusu olan okulumuzla ilgili müsteşarlardır. Bu utanç
verici olaydan en çok mağdur olan müsteşarlar da aslında amirlerinin hizmet eri
gibi çalışmaktadırlar. Her gün hademe gibi amirleri bakanın masası temizleyip,
odasını denetleyen de kendileridir. Ama onlar bu onursuz davranışlarından
alınmazlar. Ekmeğini kazanmak için kişiliğinden ödün vermeden, namusuyla
çalışacak olan garson ve aşçı yetiştirecek bir okulun M E Bakanlığı bünyesinde
olmasından utanmaktadırlar. Fakat bu konuda bir şey söyleyememektedirler. Çünkü
Bakan emir vermiştir, Amerikalılar gücendirilmeyecek, Onların öngörmüş olduğu
gibi, yurdumuz için hayırlı olacak, bu
büyük proje için hiçbir fedakârlıktan kaçılmayacaktır. Devlet büyükleri ve
parti başkanı, Türkiye’nin geleceği bu projenin başarısına bağlıdır. Bu proje
başarılı olursa, memleketin ihtiyacı olan döviz girecektir hazinenin kasasına.
Bazen okulda okuyan talebelerin disiplinsiz davranışlarına sert çıkmakla
birlikte, biraz müsamaha da göstermek zorunda olmaları gerektiğini de Amerikalı
uzmanlar söylemiştir onlara. Çünkü okuldan mezun olacak öğrencinin sınık olması
demek tüm çabaların boşa gitmiş olması olacaktır. O sebeple özgüvenli, büyük
sözü dinlemeyen elemanlar yetiştirmek zorunda bırakılmalarına ne kadar
alınsalar da. Birkaç gencin doğru bildikleri yoldan, pardon yaşam tarzından
kopmaları, örnek Anadolu görüntüsünden ve hatta örf ve adetlerinin bir
kısmından uzaklaşacak olmaları, bu
uğurda verilebilecek en küçük kayıptır.
İnsan düşündükçe
gülmesinin mi yoksa ağlamasının mı doğru olacağına karar veremiyor. Takım
elbise almadan, şık bir kravat alıp, sonradan façayı kravata uygun bir şekilde
düzmek gibi bir şey değil mi bu yapılan.
Nasıl ağlamazsınız her
şeyde öncüsünüz, Seyahat acenteleri bile birkaç yabancının elinde ve yok
denecek kadar az. Siz her şeye örnek oluyorsunuz. Dahası, Henüz o zamanlar Memleketimizde
Turizm Bakanlığı yok, ancak 1963 yılına
gelindiğinde “ T. C. Turizm ve Tanıtma
Bakanlığı “ adıyla bir bakanlık kuruluyor.
Bakanlığın ilk
çalışması 1965 yılında 2471 turiste 17 soru yöneltilerek yapılan bir anketle
başlıyor. O yıl Türkiye’yi ziyaret eden turist sayısının %1 i ne tekabül eden
bu sayı gerçek hakkında bilgi vermiyor deyip rafa kaldırılıyor.
1960 Yılındaki
yurdumuz Otel sayısı 50 Adet, yatak sayısı ise sadece 6163. Komşumuz
Yunanistan’ın yatak sayısı 50.000. Almanya ve İngiltere'nin yatak sayısı ise
1000.000 dan dan fazlaymış.
Projenin yürürlüğe
girdiği o günlerde Türk turizminin Bir milyar US Doları bulmayan yıllık
gelirinin Bu gün 30–35 milyar US Dolar’a çıkmış olması projenin başarısını
göstermez mi?
Genellikle başka
yerlerde dikiş tutturamamış. Yurdumuzda uygulanan, Maarif müfredatıyla
kavgalı. Bakanlıkça hiçbir zaman
değerleri bilinememiş ve hayatlarındaki son Şans olarak gördükleri, (Amerikan yardımıyla Maddi ve teknik bilgi
gibi, 1961 senesinde Payitahtımız Ankara’da kurulan) AOO ya kapağı atmış olan
bu gençlerin öncülüğünde başarılmış tüm bu işler. El yordamıyla yapılacak
işleri kendi zekâlarıyla çağımıza uygun eğitim metodu uygulayarak, lehlerine
çevirmişler. Böylece daha okula başladıkları yıl, inisiyatifi ellerine
almışlar. Bu mesleğin yapılması için gerekli öğreti kodlarını, o günlerde okula
atanan ve Yunus Aslan başta olmak üzere, birkaç idealist eğitmenleriyle
birlikte hazırlamışlardır. Hatta böyle bir okulun nasıl idare edilmesi
gerektiğini bilemeyen Maarif vekâleti bürokratlarına da ders vererek,
Kendilerine uygun gördükleri, modern yaşam tarzını yetkililere benimsetip,
Arzuladıkları dünyayı AO Okulunun bünyesinde kuran ve... Pek saygıdeğer
kişilerden oluşan bu gurubun adı “Efsanelerdir”.
ckm 14.11.2011
(Anılarınızı yazın
arkadaşlar)
Gelin yaşamımızda tarz
oluşturalım
Yaşamımızı
değerlenelim
Paha biçilemeyen
yaşamımıza
Değerli birer fert
olarak devam edelim.
Göçtüğümüzde tarihe
şahitlik etmiş,
Milyonlarca yılın
toprağını taşıyan kabrimiz
Bizi gururla bağrına
bassın
Arkamızda ağlamaklı bıraktığımız
Gençlerimiz bizimle bu
gururu paylaşın.
14.11.2011
Cemal K. Demir
* Hergeleler ve
"süzme Hergeleler" tabiri bana ait değildir. Bu tabiri okulumuzda
geçici görev yapan değerli Askerlik dersi hocamızın bizlere iltifat olsun diye,
zeki çocuklar anlamında yakıştırdığı isimdir.
Efsanelerin Yaşam
felsefesi:
“YAŞAM BİR SANATTIR
ONU YAŞAYAN KİŞİ
FARKINDA OLMASA DA
SANATÇIDIR.”
O GÖÇSEDE YAPITLARI
KALIR
BUNLAR BAZEN EVLAT
NA, BABA YAR-DIR.
BAZEN TEK SATIRLIK
MAHYADIR.
FAKAT EN DEĞERLİSİ
BIRAKTIĞI ANILARDIR.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder