O kadar büyük ve çok daha acımasız metodlarla o yılların emperyal güçleri, İngiltere, Osmanlının göz yumması ile Çarlık Rusyasının Çerkesler halklarına uyguladığı eşi benzeri görülmemiş soykırım nedense kimsenin aklına gelmez.
Aşağıda Bloguma aldığım "Misafir yazılar bölümünde" Bundan böyle Çerkjesler ve soykırım gerçekleri ile yazılan yazıları paylaşacağım.
cemal k. demir
ÇERKESLER
.11 Şubat 2013
Türkiye'nin kültürel zenginliğine
katkısı olan Çerkesler, yazılı medyada zaman zaman gündeme gelir. Sınırlı
okuyucu kitlesine sahip gazete ve dergilerde yer alan sınırlı sayfalı
yazılarla, kültürel zenginliğe katkı sunan diğer halkların fertleri Çerkesleri
yani komşularını tanımaya çalışır. Yayın hayatına yeni başlayan bu dergi de
sınırlı sayıda okuyucuya ulaşabilecek. Bu yazıdan amaç, derginin ilk sayısında
özet olarak Çerkesler'i anlatmaya çalışmaktır.
Yaşar Güven, 01.09.2005
Masalların Kaf Dağı'nın kadim halkı
Çerkesler'in İslamiyet’le tanışması Arapların Kafkasya' ya ulaştığı VIII.
yüzyılda, İstanbul'da gönüllü görülmeye başlamaları Osmanlı'nın Kafkasya' ya
ulaştığı 1700'lİ yıllarda, diasporik bir halk oluşu ise Çarlık Rusya’sı ile
giriştikleri savaşın sonucu 1800'lİ yılların ikinci yarısından sonra
gerçekleşmiştir.
Coğrafi konumu nedeniyle ziyaretçisi
hiç bitmeyen Kafkasya'nın bir kısım halkları, iç dinamikleri ile gelişmesi
kesintiye uğramış ve feodalizm sürecini tamamlayamadan diasporik bir halk
olmuştur. Sonuçta, bir ölçü olabileceği düşüncesi ile iletelim ki; kendi
coğrafyalarında kendilerine özgü ulus-devlet süreci yaşamadı söz konusu
halklar. Hatta merkezileşmiş feodal süreci dahi yaşamadılar.
Karadeniz ile Hazar Denizi
arasındaki Kafkasya, Kafkas Dağları ile doğal bir ayrımdadır. Gürcistan,
Ermenistan ve Azerbaycan'ın yer aldığı coğrafya ile kuzeyde kalan coğrafyayı;
birbirlerini etkiledikleri, birbirleri ile bağlantılı oldukları konularda
ayırmadan ama farklı yazı konuları olarak değerlendirmek gerek.
Küçük bir coğrafya ama halklar ve
diller mozaiği konumundaki Kuzey
Kafkasya ile ilgili araştırmaları olan Stefanos Yerasimos' un Kafkasya geneli
için kaleme aldığı yazıdan;
"Paris 'teki Harp Okulu'nun
duvarlarında, I.Dünya Savaşı sıralarında bir İngiliz subayı tarafından çizilmiş
rengârenk bir Kafkas haritası asılı. Her renk bir ulusu gösteriyor, yan tarafta
da adları yazılmış, tam yetmiş bir tane, ancak Türkmenlerle Kırgızların her
nedense aynı renkle gösterildikleri göz önüne alınırsa yetmişinki tane
eder."
Böyle yazmış Yerasimos.
Adige - Karaçay - Abhaz - Nogay -
Tatar - Balkar - Oset - Gürcü - Çeçen - İnguş - Avar - Dargin - Lak - Lezgi -
Andi - Dido-Kumuk - Tat - Azeri - Ermeni - Acara - Megrel - Svan - Bats - Kürt
- Nasturi - Rus - Çingene - Kalmuk - Kazak - Türk Karapapak... uzayıp giden bir
halklar mozaiği. Her biri ayrı bir yazı konusu olabilecek halklar.
Türkiye özelinde resmi tarihin
katkısı ile Çerkes Ethem' in kişiliğinde Çerkesleri tanıma(!) fırsatı buldu
Anadolu coğrafyası. Bir de damak düşkünlüğünden olsa gerek Çerkes tavuğu
literatürde yerini alırken farklı kıyafetler ve müzik aletleri ile Kafkas halk
dansları da belleklerde yerini aldı. Kısaca Türkiye özelinde birlikte yaşadığı
halkların Çerkesleri -Çerkesler'in de birlikte yaşadığı halkları - iyi tanıdığı
söylenemez. Bundan kasıt tarihsel gerçeklerdir. Dünyanın gündemine giren 1992
yılındaki Abhazya-Gürcistan savaşı ve 1994' deki Çeçen savaşı gösterdi ki
etnikliği / aidiyeti özellikle manipule eden bilinçli kesimlerin dışında
bilgisi olması gerektiği düşünülebilecek başka bir deyimle araştırma yapıp
gerçekleri bulmaya yakın görünen medyamız da yetersiz bilgiye sahipti.
Abaza-Abaz, Cücen-Çeçen derken öncelikle kimlik tanımını kavram kargaşasından
kurtarmaya çalıştı Çerkesler, sonra haritada Abhazya ve Çeçenistan' ı parmakla
gösterip bu insanların nereden geldiklerini anlattılar.
Neden bilmiyorlar, neden
öğrenemediler, neden öğretemedik, birlikte yaşayan halklar neden birbirlerini
tanıyamamış, neden tanışıklık yüzeyde kalmış ya da görsellikten öte tanışma
gerçekleşememiş? Sorulmalı ve yanıtları bulunmalı.
Çerkesleri anlatırken,
anavatanlarından ve anavatanları dışında yaşadıkları coğrafyalardan da söz
etmek gerek. Rusya Federasyonu Cumhuriyetleri olan Adıgey, Karaçay - Çerkes,
Kabardey - Balkar, Dağıstan, Kuzey Osetya(Alanya), İnguşetya Cumhuriyetleri ile
1990 sonrası yaşadıkları savaşlar nedeniyle sıkça haber oldukları için,
kamuoyunun daha yakından tanıdığı Abhazya, Çeçen-İçkerya, Güney Osetya
Cumhuriyetleri yazı kapsamında ilgi alanımızda olacak halkların ana
vatanlarıdır. Coğrafi olarak şimdi sıkışıp kaldıkları cumhuriyetlerden çok daha
geniş alanda yaşadıkları, Karadeniz' den Hazar' a gibi bir tanımla tarihsel
konumlarının tanı'bileceğini aktaralım.
Çerkesler'‘in anavatanları
dışında yaşadıkları coğrafyaların
başında Türkiye gelmektedir. Türkiye dışında yaşadıkları coğrafyalar Ürdün,
Suriye, İsrail, Almanya, Hollanda, İngiltere, ABD, Kanada başta olmak üzere
yaklaşık 40 ülkedir.
Anadolu' da Çerkesler' in yaşadığı
yerler, il ve ilçe merkezinde yerleşimler dikkate alındığında; Adapazarı,
Düzce, Kayseri / Pınarbaşı ve Uzunyayla, Eskişehir, Bilecik-Bozüyük, Bursa,
Balıkesir / Gönen-Manyas ve Bandırma, Çanakkale / Biga, Sivas, İzmir, Antalya,
Kahraman Maraş / Göksun, Yozgat, Hatay / Reyhanlı, Samsun, Tokat, Amasya /
Merzifon, Afyon, İstanbul, Ankara, İzmit, Adana, Konya....40 il çevresinde 900
civarında yerleşim merkezinde yaklaşık 5 milyon civarındadır sayıları.
Çerkeslerin ANAVATANI KUZEY
KAFKASYA' da NELER OLDU?
Tarih boyunca pek çok akına ve
süreli işgale uğradı KK. Coğrafi konumu nedeniyle akın ve işgallerin yanı sıra
çeşitli nedenlerle gerçekleşen nüfus hareketlerini de yaşadı. Sözü edilen akın
ve işgaller Kafkasya'yı ve yaşayanlarını zor durumda bırakırken aynı zamanda
Kafkasya dışına Çerkes nüfusunun çıkış nedeni olmuştur.
374 yılında, Atilla'nın
önderliğindeki Hunlar Kafkasya'yı işgal etti. Daha sonra Atilla'nın Avrupa
üzerine yaptığı seferlere Çerkes süvari birlikleri de katıldı. Atilla'nın
ölümünden sonra dağılan birlikleri arasındaki Çerkesler, İrlanda'ya, İspanya'ya
ve oradan Kuzey Afrika'ya geçerek varlıklarını sürdürmeye çalıştı. Tarihin
akışı içinde Bizans ve Altınordu devletleri ordularında da yer aldı-er.
XII. - XIII. yüz yıldaki Moğol istilası
ve istila sırasında başlayıp sonrasında devam eden veba hastalığı, Kuzey
Kafkasya'daki trajik dönemlerden biridir. Ciddi bir nüfus kaybı olmuş, günün
koşullarında hastalığa direnebilenler nesillerini devam ettirebilmiştir.
Özellikle 1390'larda Timur'un Kafkasya'da yarattığı yıkım korkunç olmuş, Timur
ordusunun geçtiği yerlerde 100 yıl tahıl ve ot yetişmediği nesilden nesille
anlatıla gelmiştir.
Hun, Moğol, İskit, Sarmat ve diğer
hareketleri geçip Çarlık Rusyası dönemine bakalım.
Çarlık Rusyası'nın Karadeniz
sahiline ve sıcak denizlere -Akdeniz'e kadar inmeyi büyük hedef olarak
gördüğünü tarih kitaplarında okumuşuzdur. Çarlar ayaklarını Akdeniz'de yıkama
hayalini kurdu hep. Bu hedef için önemli coğrafi konumu nedeni ile Karadeniz ve
Hazar Denizi arasındaki Kafkasya'nın ele geçirilmesi gerekiyordu. Orada yaşayan
Çerkeslerin isteği ise anavatanlarında özgür yaşamaktı. Özgürlüklerine düşkün
halklardı ve bu durum yıllar süren savaşlara neden oldu. Savaş, KK'nın her
yerinde oldu, Hazar Denizi'nden Karadeniz'e kadar her yerde. Dağlık coğrafi
yapının avantajlarını kullandı Çerkesler ve sürekli hareketli-küçük birliklerle
savaşarak direnişi yıllarca sürdürdüler. Ancak KK'nın merkezileşememiş feodal
yapısı nedeniyle düzenli askeri yapısı yoktu . Savaşın farklı cephelerde ve
belli zaman aralıkları ile gerçekleşmesi güçlü konumdaki Çarlık ordularının
savaşı kazanması ile son buldu. Gerek nüfus, gerekse askeri teçhizat açısından
eşitsizlik vardı ve bu durum Çerkesler açısından yenilginin temel nedenlerinden
biri olmuştur. Devamlı ve düzenli, eğitimli, teçhizli ve cephane sıkıntısı
olmayan orduya karşı, baskı karşısında ve o zaman diliminde yapılacak savaş
için toplananlardan oluşan bir birlik söz konusuydu. Sınırlı sayıda, sınırlı
teçhizli ve sınırlı cephaneli.
KK halklarının Çarlık Rusyası ile
ilk ciddi karşılaşmaları 1550' lerde başlar. Kafkasya'nın ortasındaki Adığe
boyu Kabardeyler, Ruslarla ilk karşılaşan ve savaşanlardandır. Kabardeyler'in
savaş öncesi yaklaşık 400.000 olan nüfusları, savaşların sonucunda 30.000'e
kadar düşmüştür. Savaş dönemi ve sonrasında yaşanan kıtlık ve hastalıklar da
etkili oldu bu kıyımda. Çarlık Rusyası'nın Kafkasya Savaşı'nda izlediği
belirleyici ve ana yöntemlerden biri; ekinlerin - ormanların yok edilmesi idi.
Bu yöntem savaşın zorluklarının yanısıra yokluk, kıtlık, açlık ve ölümle
tanımlanabilecek bir tablo çıkarmıştır ortaya.
SÜRGÜN
KK' nın doğusunda, Dağıstan ve Çeçen
Bölgesi' nde 1859' da Şeyh Şamil' in teslim olması sonucu hakimiyeti ele
geçiren Çarlık ordusu, KK' nın batısına yüklendi. Bütün Kafkasya cephe iken
artık cephe küçülmüş, Kuzey-Batı Kafkasya ile sınırlanmıştı. Kafkasya ile
ilgili yüzeysel bilgilerde, Çarlığa karşı direnişin simgelerinden sadece biri
olan Şamil ile sınırlama görüyoruz. Şamil ile özdeşleştirilen direnişin
boyutları gerçekte çok geniştir. Karadeniz ile Hazar Denizi arasındaki KK'nın
hemen her kesiminde gerçekleşen direnişin iyi incelenmesi ve doğru sonuçlara
varılması, bugünün Kafkasya’sının doğru değerlendirilmesi için bize ışık tutacaktır.
İslamiyet’le KHK’nın doğu
bölgelerinin yani Çeçen Bölgesi ve Dağıstan'ın tanışması, Araplarla ilişkilerin
kurulduğu 8 yy civarıdır. 1840'larda yani Doğu Kafkasya'da Şeyh Şamil
önderliğinde Çarlık Rusya’sına karşı direniş sürerken Çeçen ve Dağıstan
Bölgeleri çoğunluk Müslüman idi. Bu durum savaş içinde zaman zaman dini
ögelerin kullanılmasını da getirmiştir. Bu dönemde savaşın diğer cephesine,
yani Kuzey-Batı Kafkasya'ya Şamil tarafından gönderilen müritler, bu bölgede
daha yoğun yaşayan Adiğeler arasında İslam dinini yaymaya çalıştılar. Xabze
dediğimiz yazılı olmayan Adiğe Anayasası ile şeriat uyuşmazlığını gören
Adiğeler, Muhammed Emin öncesi gönderilen iki müridi, şeriatı dayatmaları
nedeniyle barındırmamıştır. Şamil'in son müridi Muhammed Emin ise, bu gerçeği
bilerek geldiği Adiğeler arasında önce yaşama uyum sağlamış sonra direniş
konusunda deneyimlerini paylaşmış ve şeriatı anmadan dini çalışmalar yapmıştır.
Bu kısa açıklamadan sonra 1859'a,
Şamil'in tesliminden sonraya, Çarlık Ordusunun Kuzey-Batı Kafkasya'ya
yüklenmesine dönelim. Cephenin küçülmesine karşın Çarlık hemen sonuç alamadı.
Dağlık coğrafyada 1864 yılına kadar yani Şamil'in tesliminden 5 yıl sonraya
kadar süren savaşların sonucunda, Çar tarafından Adiğeler'e, Abhazlar'a ve
Ubıhlar'a, yani Kuzey-Batı Kafkas Halklarına silahlarını bırakarak ovalık ve
bataklık bölgelere yerleşmeleri ya da Osmanlı topraklarına sürgün seçenekleri
sunuldu, seçenek denebilirse. Yaklaşık 1.5 milyon insan vatanını terketti, 500
bin civarında insan sürgün yolculuğunda ve ilk yerleştikleri bölgelerde
yaşamını yitirdi. Sadece Trabzon' da 53 bin civarında insan öldü.
Karadeniz sahil şeridinin Rusya için
stratejik önemi vardı ve yerli halktan arındırılmalı idi, öyle de yapıldı. Kafkasya'nın
diğer bölgelerinde yani bugünkü Çeçenistan, Dağıstan ve Osetya bölgelerinde
görülmeyen sürgün uygulaması ile karşı karşıya kaldı Karadeniz kıyısı
civarındaki Çerkes Halkları. Denize komşu olduğu için her türlü operasyona açık
olan sahil şeridi, gelecekte sorun yaratmaması için yerli nüfustan sürgün
yoluyla arındırıldı. Osmanlı Sultanı ve Rusya Çarı, çıkarlarına denk düştüğü
için Çerkesler' in sürgünü konusunda hemen anlaştı. Çarlık, boyunduruk altına
almakta zorlandığı bu halkı stratejik konumu önemli olan bölgede bir arada
tutmak istemiyordu. Zayıf düşen ve sınır sorunları yaşayan Osmanlı ise
savaşacak güç peşindeydi.
Her anlamda eşitsizlik savaşının
sonucu yaşanan sürgün, trajediye dönüştü. Adıge, Abhaz ve Ubıhlar açısından
bakıldığında, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olarak yaşayanların, Anavatan
Cumhuriyetleri' nde, Kafkasya'da yaşayanlardan daha fazla oluşu, yaşanan
trajedinin sadece bir yanıdır. Kendi yurtlarında azınlık olarak yaşamak
durumunda kalan halklardandır Adıge ve Abhazlar. Doğal ortamından koparıldı bu
halklar. Çerkes Kültürünün Geleceğe Taşınması ve İnsanlığın Ortak Kültürüne
Katma Hakkı tehdit edildi böylece.
Özgürlüğüne düşkün Kafkasya
Halkları, istilacı güçlerin oluşturduğu ideolojik üst yapıya karşın, kendi
geleneklerine sıkı sıkıya bağlı kaldılar. Yaşanan bunca olumsuzluğa karşın,
yaşamlarını sürdürüyor olabilmelerinin bir nedeni de budur.
OSMANLI İMPARATORLUĞU, İNGİLTERE VE
KAFKASYA
KK stratejik önemi nedeni ile Çarlık
Rusyası ve Osmanlı arasında pazarlık konusu olmadı sadece, kolonyalist ülkeler
İngiltere ve Fransa da etkili olmaya çalıştılar. Kısaca savaş dönemi politikalardan
söz etmek gerek.
Kırım Hanlığı'nın 1745 yılında
saraya bağlanması ile, Osmanlının Kafkasya ilişkilerinin başladığı
söylenebilir. Fiziki temas ise, 1778 yılında Canikli Ali Paşa'nın Kırım Ordu
Komutanlığı döneminde gerçekleşti ve Karadeniz kıyısındaki Soğucak'ta
görüşmeler oldu. Ferah Ali Paşa, 1781'de Çerkezistan Valisi olarak Soğucak
Kalesi'ne gelerek, Osmanlı adına ciddi anlamda Kafkasya çalışmalarını başlattı.
İslam dinini Çerkesler arasında yaymaya çalıştı ve Çarlık Rusyası'na karşı
Osmanlı politikasını yürütmeye başladı.
Sonrasında da birçok Osmanlı Paşası
Soğucak ve Anapa Muhafızı olarak KK'nın Karadeniz kıyısına geldi. Savaş boyunca
yardım vaatleri devam etti. Yardım olarak hiçbir şey gelmedi denemez tabi ki.
Vaatlerin gerçekleşiyor görünmesi ve savaşın sürmesi için; bir miktar
kullanılmış tüfek, fıçılar içinde fire oranı yüksek barut, hantal ve dağlık
koşullarda pratik kullanımı olmayan toplar gönderildi. (Örnek olması açısından;
1825 yılında Anapa Muhafızı Hacı Hasan Paşa yerinde durum tesbiti yaparak
Çerkesler için saraydan silah talep eder, talep sultan tarafından açıkça
reddedilir.) Savaşın yoğunlaştığı, Edirne Antlaşması'ndan sonraki dönemde,
1830-39 yılları arasında, İngiltere'den silah yardımı sözü gelmiş, uzun süre
yardım beklenmiş ancak gerçekleşmemişti. Osmanlı ise 15 top, 300 fıçı barut, 4
topçu subayı yardımı yapmıştı. Toplar hantal ve dağ koşullarına uygun değildi,
barut fıçıları yarım doluydu, bu durumu bir Leh (Polonyalı) olan ve Çerkeslerle
cephede Çarlık Ordusuna karşı savaşan Theophil Lapinski ; "Tipik Türk yardımı"
olarak nitelendirmişti.
Çıkarlarına uygun politika izleyen
İngiltere ve Osmanlı İmparatorluğu yardım vaatleri ile savaşı uzatmaya çalıştı
sürekli. Osmanlı İmparatorluğu açısından bakıldığında açıkça görülen, doğu
sınırlarının bu savaşlar sayesinde korunduğu idi. Çarlık Rusyası KK genelinde
300.000 civarında asker bulunduruyordu. Osmanlının doğu sınırında ise
göstermelik 10.000 asker. Yanı sıra bu savaşla Osmanlı Balkanlar konusunda da
kısmen rahattı. Nitekim Balkanlardaki Osmanlı egemenliği, Kafkasya'daki savaşın
bitiş tarihi olan 1864 sonrası 13 yıl içinde adım adım sona erdi.
1834 yılından itibaren İngiltere
adına KK'ya gelen David Urquhard, yardım vaatlerini sürdürmüştü. Ruslarla
hiçbir şekilde ilişki kurulmaması doğrultusunda ciddi çalışmalar yapan
Urquhard, 1838'de Glasgow'daki bir toplantıda “İngiltere Çerkesleri
desteklemektedir" der ve
gerekçesini açıklar; "Çerkesler Hindistan'ın bekçileridir. Bu nedenle
yardım gereklidir."
İngiltere'nin hakimiyetini
sürdürdüğü Hindistan Bölgesi'ne, coğrafi olarak yakın başka bir istilacı ve
yağmacı ülkenin yani Çarlık Rusyası'nın göz dikeceği biliniyor ve Kafkasya'da
olabildiği kadar çok oyalanması isteniyordu. Sonuçta yardım olarak gerçekleşen,
yapılan toplantılarda ateşli nutuklarla İngiliz vatandaşlarından toplanan bir
miktar paranın gönderilmesinden ibarettir.
Osmanlı ve İngiltere yaklaşımından
sonra, biraz önce sözünü ettiğimiz Osmanlı yardımını "tipik Türk yardımı"
olarak tanımlayan Polonyalı Lapinski'den söz edelim kısaca.
Polonya'yı yani vatanlarını ve
özgürlüklerini korumak için Çarlık Rusyası ile savaşan Lehler, KK'daki direnişe
destek vermek isterler. Bu amaçla İstanbul'a gelen Leh subayı Lapinski, sarayla
görüşmek için gelen Çerkeslerle tanışır. Polonyalı askerler ve İstanbul'dan
sağlanacak silah ve cephane ile Kafkasya'ya geçmek isteyen Lapinski'ye Osmanlı
Hükümeti izin vermez. Yolculuk, 1856 yılında gizlice gerçekleştirilir.
Çerkesler yardım vaadi konusunda yaşadıkları olumsuz deneyimler nedeniyle
Polonyalılara da güvenmezler ve yapılan bir toplantıda bu durum ortaya konur.
Kafkasya' ya giden Lapinski ile
Çerkesler arasında 1856 Martında bir toplantı gerçekleşir. Bir Adığe olan
Arslamkeri' nin sözleri şöyledir:
"Siz, bütün müslüman ve
hristiyanlar, tek bir tanrıdan söz eden sizleri anlamak hem çok zor, hem de siz
bu iddialarınızla yanılmaktasınız. Gözlerimizin gördüğü hiç bir şey yeryüzünde
tek değildir. Aksine pek çoktur. Çeşitlidir. Nasıl olur da bu kadar çok çeşitlinin
içinde birisi, tek ve en kudretli olduğunu iddia edebiliyor, kendini bu
çokluklardan ayırabiliyor? Bizim çok tanrılarımız varken herşey daha iyi ve
düzenli idi. Çünkü her tanrının görevi ayrı ve belli idi. Su, ateş, ormanlar,
dağlar, insanların ve hayvanların tanrıları. Hepsi ayrı ayrı idi. Tek bir tanrı
nasıl oluyor da dünyamızda sayılamayacak kadar çok sorunların üstesinden
gelebiliyor? Bu tek tanrı adına daha önceleri Türkler gelerek bizi
boyundurukları altına almaya kalktılar. Daha sonra yine bu tek tanrı adına
Ruslar gelerek bizi köleleştirmek istediler. Osmanlılar bizi tek bir tanrı
adına, yine aynı tek bir tanrı adına köleleştirmek isteyen Ruslara karşı savaşa
çağırıyorlar, yine Ruslar bu tek tanrı adına müslümanları, müslümanlar da
hristiyanları öldürüyorlar.
Nerede bu olaylardaki
gerçek!..Söyler misiniz?
Sizler de aynı tek bir tanrı adına,
ama daha değişik bir tanrı, Türklerinkinden ve Ruslarınkinden de daha başka bir
tek tanrı adına - sizlerin de bizlerden ne istediğinizi zamanı gelince görecek
ve anlayacağız - bizlerle birlikte tek bir tanrıya karşı savaşmak
istiyorsunuz...
Ne tuhaf değil mi?"(1)
SÜRGÜN SONRASI
Sürgün sonrası da çilesi bitmedi
Çerkesler' in. Osmanlı, çıkarlarına uygun bir iskan politikası uyguladı.
Sorunlu bölgelere ve potansiyel tehlikelere karşı uygun çevrelere yerleştirdi Çerkesleri.
Özetle; Balkanlar'a müslüman olmayan halkların civarına, Ortadoğu' da
Suriye-Ürdün hattına, Orta Anadolu' da Samsun' dan Hatay' a bir hat oluşturacak
şekilde; bugün itibarıyla da bu çizgi üzerindeki yerleşim devam etmektedir;
adeta tampon bölge oluştururcasına gerçekleştirildi bu yerleşimler. Bir de
İstanbul saray çevresine yerleştirmeler yapıldı, saray muhafızlığı düşünülmüş
olmalı.
Osmanlıda "göçmenlik
yasası" gereği 10 yıl askerlik muafiyeti vardı. Bu yasa "Gönüllü
Birlikler" oluşturularak aşıldı. Yolculukları ve ilk yerleştirildikleri
topraklarda hastalıklardan kırılan Çerkesler, bir süre sonra tekrar savaşın
içinde buldu kendini, gönüllü birlikler adıyla. Osmanlı' nın Çarlıkla anlaşması
ve Çerkesleri topraklarına kabulünün en önemli nedeni idi Çerkeslerin Osmanlı
adına savaşması. Sürgün yaşamış halk, görünürde yeni bir vatana yerleşmiş gibi
görünse de, karnını doyurabilecek durumda değildi. Savaşın içinde olmasalar da
açlık yine kapılarındaydı. Koşulların zorlaması, Çerkesleri istemedikleri
pozisyonlarla karşı karşıya bıraktı. Açlık ve yokluktan kendileri kırılırken
bir de çocukları kırılmasın anlayışıyla çocuklarını sattılar. Erkekler gönüllü
oldular (!) savaşmaya, bir kısım kadınlar da cariye oldular saraya. Sıkça dile
getirilen harem gerçeğinin nedenlerinden, önemli nedenlerinden biri, sürgünün
yarattığı olumsuz koşullardır.
93 Harbi olarak bilinen 1877-78
Osmanlı-Rus savaşında gerek Balkan gerekse Doğu cephesinde savaştı Çerkesler ve
sonucunda Rusya' nın talebi ile 13 Temmuz 1878 Berlin Anlaşması'na konan bir
madde ile, Balkanlar' daki Çerkes nüfusu yeniden sürgüne tabi tutuldu. Bir
kısmı Anadolu'ya, daha yoğun kesimi Ortadoğu' ya gönderildi. (1877-78 savaşları
sonucu yaşanan sürgünden sonra hala Kosova çevresinde kalanlar oldu ve onlar da
eski Yugoslavya' daki savaş nedeni ile 1989'da Adıgey Cumhuriyeti'ne yerleşti.)
93 Harbi sonucunda Kafkasya'dan da Abhaz Halkı'nın önemli bir bölümü Anadolu'ya
sürüldü, sürgün Abhazlar yoğun olarak Düzce-Adapazarı çevresine
yerleştirildiler.
Sürgün kara bir bulut örneği
Kurtuluş Savaşı sürecinde de peşini bırakmadı Çerkesler'in. Çerkes Ethem' in
hain ilan edilmesinden sonra, Yunanistan' da kurulmuş bir takım örgütlerle
işbirliği iddiası da ortaya konularak, 2 Mayıs 1923 tarihinde Manyas
çevresindeki 16 Çerkes Köyü sürgüne tabi tutuldu ve Doğu Anadolu'ya
göçettirildi. Daha sonra ilan olunan af ile geri dönüşleri mümkün olabildi.
1908 yılında İstanbul'da kurulan Çerkes İttihad ve Teavun Cemiyeti üyelerinden,
aynı zamanda Beşiktaş Kulübü kurucularından milletvekili Mehmet Fetgerey, bu
haksız uygulama nedeniyle TBMM'ye iki ayrı sunumda bulundu.
Yerleştirildikleri topraklarda
birlikte yaşadıkları halklarla o coğrafyanın iyi-kötü gününe ortak oldu
Çerkesler. Osmanlı döneminde Onlar da Çanakkale' den dönmediler, Sarıkamış' ta
donarak öldüler, Anadolu' nun savaşında Ethem olup Kuvvacı saflarına
katıldılar, Anzavur olup Padişah yanlısı davrandılar.
Kurtuluş Savaşı ayrıca ve detaylı
incelenmesi ve tartışılması gereken bir dönemdir. Öncesine dair, 1905 Rus
Devrimi dönemine dair bir olayı aktaralım. Çerkeslerin yerleştirildikleri
topraklarda birarada yaşadıkları halklarla birlikte hareket ettiklerini
aktarmıştık. Bunun tipik bir örneği; Zafer Kars'ın 1984 yılında Kaynak
Yayınları'ndan çıkan "Belgelerle 1908 Devrimi öncesinde Anadolu"
kitabının satır aralarına bir göz atıldığında görülecektir . Yazar; 1908
Devrimi yani Osmanlı'da Abdülhamit Monarşisi'ni yıkan Jön Türk hareketini, 1905
Rus Devrimi ile ilişkilendirmekte ve şöyle yazmaktadır:
"1905 Rus Devrimi'nin doğu
halklarının uyanışında belirleyici bir rol oynadığı bilinen bir gerçektir.
Anadolu'daki devrimci kitle eylemleri de bu devrimden kuvvetle etkilenmiştir.
Kronolojik olarak 1905 devriminden hemen sonraya rastlaması, bu eylemlerin Doğu
Anadolu'da kendini göstermesi (o dönemde devrimci düşünce ve eylemlerin
kaynaştığı Kafkasya'ya yakın olması bakımından anlamlıdır) bu düşünceyi
doğrulayan kanıtlardır."
Yazar devam eder ve bir olay
aktarır, Rusya'da ayaklanmaya katılan Teğmen Şmidt, Çar yönetimi tarafından
idam edilince bu durum Osmanlı ordu mensupları arasında hoşnutsuzluk yaratır.
28 subay ve birkaç aydın ölen teğmen Şmidt'in ailesine bir mesaj iletir. Mesaj;
"Kahrolsun ölüm cezası, yaşasın halkın özgürlüğü" cümlesi ile
sonlanmaktadır. Yazar ; 'Gönderilen mesajın Türk devrim hareketi tarihinde bir
eşi yoktur' demekte ve şunları
aktarmaktadır:
"Mektubu yazanların büyük bir
bölümü Kafkas asıllıdır ve Türk ordu ve donanmasında önemli görevler almışlardır.
Aralarında kruvazör ve zırhlı komutanları, albaylar, teğmenler, gemi
doktorları, askeri okul matematik öğretmenleri ve diğer kişiler vardır. Bu 28
kişinin onüçü Çerkes, üçü Türk, ikisi Ermeni, ikisi Kürt, ikisi Laz, biri Arap,
biri de Arnavut'tu." Sayıların bir önemi yok, işte mozaik.!
KISACA ÇERKES ETHEM
Kurtuluş Savaşı dönemi ile ilgili
yazılmış birçok kitap var. Özelde bilinen Çerkes Ethem ile ilgili de birçok
kitap yazıldı, birçok araştırmacı yazdıkları kitapların bir bölümünü bu konuya
ayırdı ve düşüncesini aktardı okuyucusuna. Kısaca değinelim Ethem konusuna.
Savaş boyu yazışmalarda ve diyaloglarda Ethem hep Ethem Bey' di, Kuvay-ı
Seyyare komutanı Ethem Bey. İşgal gücü Yunan ordusuna karşı Ege'de ilk savunma
hattını kuran, Anzavur, Düzce/Bolu, Çapanoğlu gibi Kurtuluş Savaşı dönemi
isyanlarını bastıran (ki irili ufaklı 19 isyandır söz konusu olan) Ethem, sonra
birden Çerkes Ethem oldu. Zaten hep Çerkesti. Savunma hattını kurarken de,
Çapanoğlu isyanını bastırırken de, Ankara' da coşku ile karşılanır ve TBMM
üyelerince alkışlanırken de, düzenli ordu tartışmaları yapılırken de. Üzerinde
bir dizi yorumlar yapılan anlaşmazlıkların sonucu, Ethem Yunan tarafından geçiş
hakkı istedi, tek kurşun atılmadan olay sonuçlandı . Candan can koparıldı bir yazarın deyimiyle. Ve resmi tarih günah
keçisini buldu; Çerkes Ethem. Savaş dönemi ve savaş sonrası yaşanan tasfiye
hareketlerinden biridir Ethem olayı. Ethem sonradan çıkarılan affı, affedilecek
birşey olmadığı haklı gerekçesi ile reddetti ve Ürdün' de öldü. İtibar iade
edilmelidir ve resmi tarih yanlışı düzeltilmelidir.
Cumhuriyet Dönemi'nde bugünlere
kadar gelen gelişmeleri biliyoruz. Halkların dillerini yasaklayan, halkları ve
insanları ülkenin zenginliklerden eşitçe yararlandırmayan, kültür
zenginliklerini eşit biçimde kullandırmayan, egemen olmayan milliyetlerin her
talebini birliğe yönelik bir tehdit olarak sunan yani mazlum olanı tehdit
edici-bölücü olarak sunan genel bir baskı politikası.
Örneğin bizler Çerkes olarak
bilindik ancak Cumhuriyet Dönemi'nde, resmi düzeyde örgütlerimizde bu adı
kullanamadık, Kafkas adını kullandık, adı Çerkes olan derneğimiz olmadı. 1864
sürgünü sonrası 1908 yılında İstanbul'da Çerkes İttihad ve Teavün Cemiyeti gibi
örgütlenmeler yerini Cumhuriyet Dönemi'nde Kafkas Kültür Dernekleri'ne bıraktı.
Çerkes dilleri Adığece ve Abhazca
ile anılan köy isimleri değiştirildi. Çerkesler çocuklarına kendi isimlerini
koyarken engellemelerle karşılaştılar, mahkemelere yansımış isim davaları
vardır.
KAFKASYA' daki CUMHURİYETLER
Bugün Kuzey Kafkasya' daki yani
anavatandaki durum özetle;
* Çeçen-İçkerya ve İnguşetya
Çeçen-İçkerya'da savaş sürüyor.
Savaş yok dense de, işbirlikçiler aracılığı ile RF Cumhuriyeti varlığını
sürdürüyor gibi görünse de, halkın bir bölümü hala sürgünde, yurtlarında
olanlar baskı ve işkence altında. Bir şekilde direnişi sürdürenler, aileleri
rehin alınarak ölüm tehditleri ile teslim olmaya zorlanıyor. Arka bahçelerine
müdahalede birbirlerinin işine karışmama anlaşması yapmışlardı hegamonyacılar,
birbirlerine karışmadan işkencelerine devam ediyorlar.
Çeçen-İçkerya' da, Irak' ta ...
1994 yılı I. Çeçen Savaşı
öncesindeki Federasyon Cumhuriyeti'nin adı Çeçen-İnguş Cumhuriyeti idi. 19.300
km2 lik coğrafyasında 1.300.000 civarında insan yaşardı. SSCB'nin dağılma
sürecine girdiği 1989 sonrası, 20' nin üzerindeki cumhuriyetten oluşan RF' de,
yeni yapılanma sırasında iki cumhuriyet , Tataristan ve Çeçen-İçkerya
Federasyon birlik anlaşmasını imzalamamıştı. Tataristan yeni haklar alarak
birlik anlaşmasını imzaladı. Çeçen-İçkerya ise 1991' de bağımsızlığını ilan
etti, 1994' e kadar de'facto bağımsızlık sürdü. Yeltsin dönemindeki I. savaş
1994 Aralık ayında başladı. Görüşmeler sürerken ve olumlu adımlar atılırken RF
saldırısı ile savaş başlamıştı. Stratejistlerin birleştiği nokta özetle "
Rusya Federasyonu'nun bir savaşa ihtiyacı olduğu" yönündedir. Kısa sürecek
bir savaşa ama. Yanlış hesap bu kez Bağdat'tan değil Moskova'dan dönmüş ve
savaş yaklaşık iki yıl sürerek 1996'da sona ermişti, üstelik RF'nin geri adım
atması ile.
1994 yılı I. Çeçen Savaşı
öncesindeki Federasyon Cumhuriyeti'nin adı Çeçen-İnguş Cumhuriyeti idi. 19.300
km2 lik coğrafyasında 1.300.000 civarında insan yaşardı. SSCB'nin dağılma
sürecine girdiği 1989 sonrası, 20' nin üzerindeki cumhuriyetten oluşan RF' de,
yeni yapılanma sırasında iki cumhuriyet , Tataristan ve Çeçen-İçkerya
Federasyon birlik anlaşmasını imzalamamıştı. Tataristan yeni haklar alarak
birlik anlaşmasını imzaladı. Çeçen-İçkerya ise 1991' de bağımsızlığını ilan
etti, 1994' e kadar de'facto bağımsızlık sürdü. Yeltsin dönemindeki I. savaş
1994 Aralık ayında başladı. Görüşmeler sürerken ve olumlu adımlar atılırken RF
saldırısı ile savaş başlamıştı. Stratejistlerin birleştiği nokta özetle "
Rusya Federasyonunun bir savaşa ihtiyacı olduğu" yönündedir. Kısa sürecek
bir savaşa ama. Yanlış hesap bu kez Bağdat'tan değil Moskova'dan dönmüş ve
savaş yaklaşık iki yıl sürerek 1996'da sona ermişti, üstelik RF'nin geri adım
atması ile.
1999' da Putin döneminde Rusya bütün
gücü ile Çeçen-İçkerya' ya bir kez daha saldırdığında gerekçesi Moskova'daki
binaların kundaklanması idi, ki bu konuda da stratejistlerin birleştiği nokta
terör girişimini RF'nin organize ettiği doğrultusundadır. Ve bugüne gelindi.
Çeçen-İçkerya Cumhuriyeti'nin
İnguşetya' dan ayrıldıktan sonraki yüzölçümü 17 bin km2' dir. 1997 sonu
itibarıyla genel nüfus 1 milyon civarında olup etnik gruplar ;
Çeçenler,İnguşlar,Ruslar,Avarlar,Nogaylar,Kumuklar ve Ermenilerdir.
1989 sayımına göre SSCB genelinde
958.300 Çeçen yaşardı, bunların 734.500'ü Çeçen-İçkerya'da idi.
I.savaş dönemi, 1994 sonrası 250.000
kişi hayatını kaybetti. 80.000 kişi illegal tecrit kamplarında tutuldu. 12.000
kişi kayboldu.
II.savaş Eylül 1999'da başladı.
130.000 kişi hayatını kaybetti. 16.000 kişi illegal tecrit kamplarında tutuldu.
10.000 kişi kayboldu.
Son 10 Yılda Çeçen Halkının 1/3 ' ü
Yok Edildi.
Nüfusun büyük çoğunluğu İslama
inanıyor. Çeçenler Sunni olup Nakşibendi ve Kadiri tarikatı mensubudurlar.Savaş
başlayana kadar Vahabilerin sayısı azdı. Savaş dönemi sayıları arttı.
1992' de İnguşlar ayrıldılar, 4
Haziran 1992'de kurulan İnguşetya ayrı
bir RF Cumhuriyeti şimdi. Başkenti Nazran.Yeni başkent olacak Magas kenti
inşaatı sürmektedir. Ülke arazisi 3.750 km2' dir. 1998 yılı baz alındığında,
314.800 nüfusu vardır. RF'nin en yoğun nüfusa sahip bölgesi olmuştur. İstihdam
düzeyinin düşük oluşu, savaş nedeniyle yaşananlar sonucu Vahabiliğin
İnguşetya'da gelişmesi tehlikesi vardır. İslamın siyasileştirilmesi ve Rusya
karşıtlığının merkezine oturması ile Vahabilik bütün bölgede önem kazanmıştır.
Vahabilerin toplam sayısının önemsiz olmasına karşın, siyasi süreçe olan
etkileri diğerlerinden daha önemli duruma gelmektedir.
II.Dünya savaşı döneminde yaşanan
sürgünle suni bir sorun daha yaratılmıştı, toprak sorunu. 23 Şubat 1944
yılında, Almanlara yardım ettikleri gerekçesi ile Çeçenler ve İnguşlar Orta
Asya steplerine sürülmüş, topraklarına da başka halklar yerleştirilmişti.
İlerleyen süreçte sürgün edilenler vatanlarına geri dönüş hakkını alınca ,
toprak sorunu nedeniyle Oset-İnguş çatışması yaşanmıştı. Sorun tam olarak
giderilebilmiş değil.
Abhazya
SSCB döneminde statüsü bir-iki kez
değişmiş, en son Gürcistan' a bağlı özerk cumhuriyet konumunda iken SSCB' nin
dağılma sürecindeki belirsizliklerin ve anlaşmazlıkların sonucu 1992' de savaş
çıkmıştı, 1993' de Gürcistan birliklerinin Abhazya' yı terketmesi ile savaş
sona erdi. 1993 yılından beri de'facto bağımsızlığı sürüyor.
Acaristan olayından sonra Gürcistan'
ın ABD eğitimli lideri Sakaşvili'nin Abhazya ve Güney Osetya konusundaki
demeçlerini Kafkasya ile ilgilenenler okumuştur. Gürcistan, yeni ve genç lideri
önderliğinde Batı dünyası -NATO ve AB- ile hızla bütünleşebilmek için, toprak
bütünlüğü konusunu ön plana çıkarmıştır.Karadeniz'in Nato gölü haline
getirilmesi planları ortadadır. Planın temelini de Büyük Ortadoğu Projesi-BOP-
oluşturmakta ve BOP sınırları içinde Kafkasya' nın güneyi de yer almaktadır.
Gürcü Halkının geçmiş deneyimleriyle dost ve düşmanı ayıracağına inanıyoruz.
Dost Gürcü Halkı ile Abhazyalılar' ın bir sorunu olamaz. Umudumuz yeniden kan
dökülmemesi ve halkların özgürce gelişiminin önündeki engellerin
kaldırılmasıdır.
Abhazya, 8.600 km2' lik bir
alandadır. Başkenti Sohum, dili Abhazca' dır. Abhazya' da Abhazlarla birlikte
yaşayan halklar; Gürcü, Migrel, Svan, Ermeni, Türk, Kazak, Rus, Rumlardır. 1989
sayımında nüfusu 535.000 idi. 100 bin Abhaz, 60 bin Gürcü, 25 bin Svan, 155 bin
Migrel - Laz, 76 bin Rus, 77 bin Ermeni, 14 bin Rum, 15 bin Ukraynalı, 10 bin
Türk vd. Şimdi, yani 1992 savaşı sonrası, 300 bin civarındaki toplam nüfusun 90
bini Abhazdır.
* Güney Osetya
Statüsü Abhazya ile benzer
konumdadır. Yani 1991' den beri de'facto bağımsızdır. Gürcistan ile sorun
sürmektedir. Acaristan'dan sonra Güney Osetya'ya yönelen Gürcistan, 2004
yazında çıkan çatışmalar ve Rusya ile sertleşen diplomatik ilişkiler sonucu
şimdilik bekleme dönemine geçmiştir. Güney Osetya, RF Cumhuriyeti olan diğer
yarısı Kuzey Osetya ile yani Alanya ile birleşmek istemektedir. 3.900 km2
yüzölçümüne sahip olup başkenti Tshinvali' dir.
*Kuzey Osetya - Alanya
RF Cumhuriyeti'dir. 8.000 km2' dir.
667.300 civarında nüfusu vardır.%57.3'ü Oset , %26.3' ü Rus, %5.1'i İnguş,
%2.2' si Ermeni, %1.7'si Gürcü, %1.7'si Kumuk'tur. Adige ve Çeçenler az
sayıdadır. Başkent; Vladikavkaz' dır. Alanya, Kuzey Kafkasya'nın en çok kentleşmiş
bölgesidir. Nüfusun %69'u kentlidir. Federasyonun İnguşetya'dan sonra en küçük
ve en yoğun nüfusa sahip cumhuriyetidir. Oset ve Rus dilleri devlet dilidir.
Endüstrisi gelişmiş bir
cumhuriyettir. Metalurji, elektronik, kimya endüstrisi, makine imalatı, nişasta
ve pekmez üretiminde Federasyon içinde önemli bir yeri vardır. Ayrıca kurşun,
çinko, dolomit, sülfirik asit, elektrik ampulü, züccaciye ve polimer malzemeler
üretilmektedir. Son yıllarda ekonomik yaşamda alkol sanayisinin yeri önem
kazanmıştır.RF alkol üretiminin %40'ı burada gerçekleştirilmektedir. Yakın
çevredeki savaş ve çatışmalar sonucu, bölgeye iç göç yaşanmış olması olumsuz
bir etkendir.
Oset Halkını daha iyi tanıyabilmek
için İskit, Sarmat ve Alanlara bakmak gerek. Tarih bilgilerimizi yokladığımızda
anımsayacağımız bu halklar Osetler'in atalarıdır. İrani bir halk olan
İskitleri, aynı soydan gelen bir kabile olan Sarmatlar, M.Ö III. yy.'da
egemenlikleri altına aldı. Sarmatlar'ın bir kabilesi olan Alanları MS I yy.
civarında tarih sahnesinde görüyoruz.
2005 yılı içinde vizyona giren Kral
Artur filmi ilginçtir. Roma İmpatorluğu orduları Sarmatlarla savaşır ve yenilen
Sarmatlar' dan alınan çocuklar lejyoner olarak yetiştirilmek üzere Roma İmp.
egemenliğindeki İngiltere'ye gönderilir. Filmi izleyenler ,film kahramanlarının
imparatorluğa hizmet sürelerini bitirip vatanlarına döneceklerine dair
diyaloglarını ve bunun filmde sıkça kullanıldığını anımsayacaktır. Sonuçta bu
insanların İngiltere' nin temelini attıklarını anlatır film.
Osetya ve Osetler konusuna bir
bakalım. 3.900 km2' lik Güney Osetya ve 8.000 km2' lik Kuzey Osetya. Halkların
varlıklarını sürdürebilmesi, kimliklerini koruyarak kültürlerini geleceğe
taşıyabilmeleri gibi amaçlarla oluşturulmuş cumhuriyetlerden söz ederken,
Osetya özelindeki bu durum düşündürücü. İki cumhuriyet arasındaki sınır Kafkas
Dağlarıdır, yani komşu iki cumhuriyettir ve de aynı halktır söz konusu olan.
SSCB' nin 15 Cumhuriyetinden ikisine, Rusya'ya ve Gürcistan'a bağlanan iki
bölge. Birleşme taleplerinden daha doğal ne olabilir? Siyasi manevralardan ve
ekonomik ilişkilerden soyutlanamasa da insani boyutu ile bakıldığında bu çok
rahat dile getirilebiliyor.
*Dağıstan
RF Cumhuriyeti' dir. 50.300 km2'
dir. Başkenti; Rusya'nın Hazar Denizi'nde donmayan tek askeri ve ticari limanı
ve aynı zamanda demiryolu kavşağı olan Mahaçkale'dir, nüfusu 2.1 milyon
civarındadır. %44 kentli nüfusu vardır. 20' den fazla dil konuşulur bu
Cumhuriyette.
Nüfusun yaklaşık %28' i Avar, %16.2'
si Dargin, %12.5'i Lezgi, %13'ü Kumuk, %5' i Lak, %44.7'si Tabasaran, %7.1' i
Rus, %4.5' i Çeçen , %4.3'ü Azeri, %1.6'sı Nogay, %0.8' i Rutul, %0.8'i Ağul,
%0.3'ü Çahur, %0.4'ü Tat.
Dağıstan' da yaşayan Lezgi ve
Nogaylar'ın tarihsel dönemlerde Kafkasya'nın geniş bölgelerinde yaşadıkları
bilinir.
Yukarıda ifade ettiğimiz gibi
parçalanmış halklardan biri Osetlerdir. Dağıstan'dan söz ederken parçalanmış
diğer bir halktan daha bahsetmek gerekiyor. Lezgiler. Azerbaycan'da 260.000
civarında, RF cumhuriyeti Dağıstan'da 200.000 civarında Lezgi yaşamaktadır.
Dağıstan, RF'nin etnik olarak değil
de coğrafi terim olarak tanımlanan az sayıdaki bölgelerinden biridir, 'Dağlık
Ülke' anlamındadır. Bölgede önemli jeopolitik konuma sahiptir. Hazar Denizi,
ülkeye Kazakistan, Türkmenistan ve İran çıkışı sağlamaktadır. Dünyada etnik
çeşitliliği en fazla olan bölgedir. Çarlık istilasına karşı ilk direnen
bölgelerdendir. Bütün bu özellikleri ile; Kafkasya'nın bütünündeki gelişmelerde
ve siyasi süreçlerde önemli yeri olacaktır.
*Adıgeler
Çerkesya , yani Adigeler 'in tarihi
anavatanı şimdi parçalanmış bir coğrafya. Yaşadıkları 3 federasyon cumhuriyeti
var, RF cumhuriyetleri olan Adıgey, Karaçay-Çerkes, Kabardey-Balkar. Bir de
Kıyıboyu Şapsığ olarak bilinen 1922-1941 yılları arasında özerk yönetimli Rayon
yani Ulusal İlçe vardı. Ancak 1941 yılından beri bu Rayon yok. Adığeler'in bir
kolu olan Şapsığlar, Adige Cumhuriyeti sınırları dışında , tarihsel
topraklarının bir bölümünde Tuapse civarında Karadeniz sahilinde
yaşamaktadırlar. Nüfusları yaklaşık 10.000 kadardır. Adigelerin nüfusu ;
yukarıda andığımız üç federe cumhuriyet ve Şapsığ Bölgesi dahil, anavatana göre
Türkiye' de daha fazladır.
Ruslar gelmeden önce Adıgeler;
kuzeyde Don Nehri ağzından güneyde Abhazya' ya , batıda Azak ve Karadeniz
kıyılarından güneydoğuda Sunja' ya kadar geniş bir alana yayılmış olarak
yaşıyorlardı. En yakın komşuları; batıda Kırım Tatarları, Kuban ve Kuma
nehirlerinin kuzeyinde ise göçebe Nogaylardı. Güneybatı ve güneyde, Kafkas
Sıradağları boyunca Abhaz ve Gürcü prenslikleri ile sınırlıydılar. Merkezi
Kafkasya' da ise dağlık bölgelerde yaşayan Osetler, Karaçay ve Balkarlarla
komşuydular. Doğuda Vaynahlar (Çeçen ve İnguşlar), en doğu uçta ise
Dağıstanlılar bulunuyordu. Bu konumlarıyla Adigeler ; nüfus ve siyasi güç
olarak Kuzey Kafkasya' daki en büyük halktılar.
Çerkesya' nın siyasi
konumunu,1828-29 Osmanlı-Rus Savaşı sonucunda, 14 Eylül 1829'da imzalanan
Edirne Antlaşması değiştirdi. Osmanlı İmparatorluğu Çerkesya' yı Rusya' ya
bıraktı. Karadeniz kıyısında birkaç kalesi vardı Osmanlının. Çerkesya Osmanlı
toprağı değildi ve Adigeler de Osmanlı Sultanı' nın tebası değildi. Osmanlı
Padişahı kağıt üzerinde Çerkesya' yı Rus Çarı' na vermişti.
Yaşlı bir Çerkesin, sultanın
Kafkasya' yı çara verdiğini anlatan ve savaşmamalarını talep eden çarın
generaline verdiği yanıt unutulmadı hiç ; ağaca konmuş bir kuşu gösteren yaşlı
Çerkes ;
"General, iyi sözlerin hatırına
ben de sana ebediyyen şu kuşu veriyorum,alabiliyorsan al"
Sonrası savaş ,kan ve hüzün...
Geleceğine özgürce karar verme hakkı elinden alınmış bir halkın yaşadığı
olumsuzluklar... Dünya kültürüne savaşın, kinin, nefretin dışında katkılar
sunacak olan bir halkın sürgünü...Sözlü anayasası ile toplum yaşamını
düzenlemiş ve insan ilişkilerinde olumlu katkılar sunmuş ve sunmaya devam
etmeye çalışan bir halk...Sözünü ettiğimiz Adiğelerin yaşadığı 3 RF Cumhuriyeti
var.
*Adıgey Cumhuriyeti
RF Cumhuriyeti' dir, başkenti
Maykop' tur. Cumhuriyette Adıgece ve Rusça devlet dilidir. Kafkas
sıradağlarının kuzey eğiminde, Kuban Nehri havzasındaki cumhuriyet 7.800 km2'
lik yüzölçüme sahiptir. Petrol ve doğalgaz, altın ve gümüş rezervleri vardır, tarım
ciddi bir uğraş alanıdır.
Toplam nüfus 492.000' dir. 123.000
Adige vardır,yani nüfusun % 25'i. Nüfusun %68' i Rus, kalanı Tatar, Ukraynalı,
Ermeni,Kazak... Adigeler nüfusça az olmalarına karşın denklik -paritet- yasası
gereği parlamentoda milletvekili sayısının en az yarısını elde ediyor. Son
yıllarda Rus milliyetçilerinin üzerinde durduğu bu konu nedeniyle gerginlik
yaşanmaktadır ve gelecekte ciddi bir sorun olarak karşımıza çıkacaktır. Devlet
başkanı olabilmek için Çerkesçe bilme şartı baskılarla değiştirildi örneğin.
Karaçay-Çerkes Cumhuriyeti
RF Cumhuriyeti' dir, başkenti
Çerkesk' tir.Kafkas Dağları' nın kuzey eğiminde,Elbruz Dağı' nın sırtlarından
batıya ve kuzeye uzanan cumhuriyet ,14.100 km2' lik yüzölçüme sahiptir.
Ekonomide , kimya ve petrokimya endüstrisi, gıda ve hafif sanayi ile kaplıca
turizmi belirleyicidir.
432.000 olan toplam nüfusun 40.000'
i yani %9.7' si Adige (çoğunluğu Kabardey ve Besleney boyları), 34.000' i
Abazin (Abhazya' dan gelip buraya yerleşmiş gruplardan oluşur), 129.000' i
Karaçay- Türk boyu, 12.000' i Nogay, kalanı Rus, Ermeni, Ukraynalı,Oset ...
Cumhuriyette Rusça,Nogayca, Adıgece,
Abazaca devlet dilidir.
*Kabardey-Balkar Cumhuriyeti
RF Cumhuriyeti' dir, başkenti
Nalçik' tir. Kuzey Kafkasya' nın tam merkezinde, Kafkas Dağları' nın en yüksek
dağlık kesiminde, Terek Havzası' nın kuzey eğimindeki cumhuriyet 12.500 km2'
lik yüzölçüme sahiptir. Toplam nüfus 790.000' in 365.000' i yani %46' sı Adiğe,
79.000' i yani % 10' u Balkar, 23.000' i yani % 32' si Rus, kalanı
Ukraynalı,Mesket Türkü, Gürcü, Azeri, Ermeni, Oset, Tatar,Yahudi,Kazak...Cumhuriyette
Adıgece, Rusça ve Balkarca devlet dilidir.
Son üç cumhuriyet Adiğeler in
yaşadığı üç ayrı cumhuriyettir.Birbirinden koparılmış anavatan topraklarıdır.
Karadeniz kıyısında kalan Adiğe kolu Şapsığları da dikkate aldığımızda anavatan
topraklarındaki toplam nüfusları yaklaşık 538 bindir . Biraz önce Osetler ve
Lezgiler konusunda dikkati çektiğimiz
durumun benzeri bir durum söz konusudur Adigeler için. Ayrı cumhuriyetlerden
söz ediyoruz ama ayrı halklardan değil. Ayrı cumhuriyet ama aynı halktan söz
ediyoruz, tarihsel toprakları belli olan, iradeleri dışında birbirinden
koparılmış aynı halktan. 1864 sürgünü ve 1917 devrimi tarihlerini temel alırsak
sadece 53 yıl sonrasındaki yani henüz hafızalar taze iken yapılan uygulamayı
dile getiriyoruz. Bir yanı ile Adigeler'in korunmasına yönelik bir uygulama
yani özerk cumhuriyetler oluşturma söz konusu, diğer yanı ile de onları
tarihsel topraklarında üçe bölen bir uygulama. Böyle olmamalı idi. "Her
halkın kendi kaderini tayin hakkı " soru işareti bırakılmaksızın
uygulanmalıydı.
1997 yılında ; Adıgey,
Karaçay-Çerkes ve Kabardey-Balkar Cumhuriyetleri parlamentolar birliği kuruldu.
Birlik 21 Mayıs' ı sürgünü anma günü ilan ederken, Adigelerin anavatanlarına
dönüşü ile ilgili politikalar oluşturulması, Krasnodar eyaleti içinde Şapsığ
Ulusal Bölgesi'nin kurulması, 1992 yılında savaş yaşamış olan Abhazya ile
ilişkilerin düzenlenmesi gibi amaçlarla çalışmalarını yürüttü.
Tabi bu noktada, sözünü ettiğimiz üç
cumhuriyetin 1990 sonrası yönetim kadroları ile ilgili yorumlarımızı da
eklememiz gerekecek. Dağılan SSCB' nin hemen her cumhuriyetinde gözlemlediğimiz
"her devrin yöneticisi" tanımına uygunluk Kafkasya için de
geçerliydi. SSCB döneminin sosyalist başkanları ve yöneticileri, bir gün içinde
halklarının çıkarının kapitalizmde olduğunu görüp liberal başkanlar olarak
yöneticiliklerine devam ettiler. Samimiyetlerini bizler her zaman sorguladık.
Adıgelerle birlikte iki
cumhuriyette; Karaçay-Çerkes ve Kabardey-Balkar Cumhuriyetleri'nde yaşayan
Karaçay ve Balkar halkları da polemik konusu yapılmakta, kışkırtmalarla aynı
cumhuriyete adını veren kardeş halklar birbirine düşürülmeye çalışılmaktadır.
Kıpçakların Kafkasyalı halklarla karışması sonucu tarih sahnesinde yerini alan
Karaçay ve Balkar halkları da Kafkasyalıdır ve diğer bütün halklar kadar söz
hakları vardır.
Kafa sayısının önemli olmadığını,
her koşulda etniklerin eşitliğinden yana olmak gerektiğini aktarırken kafa
sayısı ile ilgili bir anektotu da aktarmak gerek:
XIX. yy' da Kafkasya' ya bir çok
araştırmacı, bilim adamı gelir giderdi. Çerkesler her zaman konukseverdi.
Konukseverliklerine karşın nüfuslarını tesbit için sayım yapmak isteyen
araştırmacılara ise tepki gösterdiler. Tepkinin nedenini de şöyle dile
getirdiler:
"Sayısına göre değer kazanan
hayvanlardır. Biz hayvanmıyız ki saymaya kalkıyorsunuz!?"
ÇERKES TARİHİNDE 21 MAYIS
21 Mayıs 1864 , harekatını
tamamlayan Rus birliklerinin zafer töreni günüdür, Çerkesler' in ise sürgünü
anma günüdür. Son dönemlerde RF siyasi
manevralar peşindedir. Bunlardan biri; 21 Mayısın sürgünü anma günü olarak
değil savaşın sona eriş günü olarak anılmasını istemesidir.
Bir diğeri; yıllardır Kafkas-Rus
Savaşı olarak yazılan olayı, terminolojiyi tartışmaya açarak değiştirmek ve
Kafkas Savaşları olarak anılmasını sağlama çabasıdır. Bu manevralardan amaç;
sürgün konusunun kapanması ve Çerkeslere uygulanan soykırım gerçeğinin yeni
nesillere unutturulmasıdır.
-Soykırım suçtur ve insanlık yıllar
geçse de bunun hesabını soracak ve tescil edecektir.
-Sürgün uygulanmıştır ve anavatan
topraklarına dönebilmek ve yerleşebilmek sürülen halkın hakkıdır. -Çifte
vatandaşlık, anavatan toprakları dışında yaşayan Çerkesler' in hakkıdır.
Bu iki girişimin dışında RF'nin
üçüncü siyasi manevrası da coğrafi isim değişikliğidir. Kuzey Kafkasya yerine
Güney Rusya tanımını yerleştirmeye çalışmaktadır. Yukarıda ifade etmeye
çalıştığımız iki manevranın tamamlayıcısı da bu manevra olacaktır. Doğal olarak
bizler bu ve benzeri manevralar karşısında gerçekleri dile getirmeye devam
edeceğiz ve siyasi manevralarla sonuç alınmasına karşı duracağız.
Her 21 Mayıs'da sürgünü anıyoruz,
Türkiye'de de anavatanda da, yani Karadeniz'in her iki kıyısında da. Sürgünün
anıtları var artık; Kefken Karaağaç Köyü'nde, Samsun'da. Unutmadık, unutturmayacağız.
Böyle biline.
Adıgeler en yoğun Türkiye' de
yaşamaktadır. Kesin rakamlar bilinmemekle birlikte Ürdün' de 60.000, Suriye '
de 40.000 Adıge ve Abaza, İsrail' de 3.000 kadar Adıge yaşamaktadır. Her üç
ülkede; sınırlı da olsa ana dilde eğitim hakkı olduğunu biliyoruz.
ÇERKESLER TÜRKİYE' de NELER YAPTI?
1864 ve 1877-78 yıllarındaki
sürgünlerden söz ettik. Yeni yaşam yerlerine alışmaya çalıştı Çerkesler.
Savaşlar sürdü bu arada, Osmanlıda iç hareketlenmeler yaşandı. Özellikle 1908
yılında II. Meşrutiyetin ilanından sonraki kısmi özgürlük ortamında Çerkesler
örgütlenmeye başladı. Kısa özetlerle bu bilgileri vermeye çalışalım.
* Çerkes İttihad ve Teavun Cemiyeti
(Çerkes Birleşme ve Yardımlaşma Derneği)
1908 yılı Ağustosunda, meşrutiyetin
ilanından sonra İstanbul'da kuruldu ve çeşitli yerlerde şubeleri açıldı.
Kurucuları arasında yazar Ahmet Midhat Efendi de vardır. Bu derneğin kurucuları
tarafından daha sonra "Şimali Kafkasya Cemiyeti" de kurulmuş, bu
oluşum siyasi çalışmalar yapmıştır. Söz konusu yapılar içinde, diasporada ilk
kez Adığe ve Abhaz dilleri alfabeleri düzenlendi, 'Guaze' adıyla (1911-14)
yılları arasında dünyada ilk kez Adıgece gazete yayınlandı. Adıgece ve Abhazca
kitaplar bastırıldı ve kitaplar ana vatandaki okullara da ulaştırıldı. Latin ve
Araf harfleri ile Adıgece bastırılan çeşitli kitaplar ana vatandaki Adige
okullarında ders kitabı olarak okutuldu. Derneğin kadrosunda yer alan
kişilerden ana vatana öğretmenler gönderildi.
Şimali Kafkasya Cemiyeti, I. Dünya
Savaşı sonrası Osmanlı Devleti'nin yenilgisi sonucu imzalanan Mondros Anlaşması
ile İstanbul'a giren İngiliz işgal kuvvetleri tarafından kapatıldı. Çerkes
Teavun Cemiyeti ise 1923 yılına kadar yani Cumhuriyet Dönemine kadar
çalışmalarına devam etmiştir.
*İstanbul'da Kafkasyalılar Arasında
Neşr-i Maarif Cemiyeti
(İstanbul'da Kafkasyalılar Arasında
Eğitimi Yayma Derneği)
1914 yılında İstanbul'da okuyan
Kafkasyalı çocuklara yardım amacı ile kurulmuştur.
*Çerkes Kadınları Teavun
Cemiyeti(Çerkes Kadınları Yardımlaşma Derneği)
1918 yılında İstanbul'da kurulan
dernek, İstanbul'da örnek bir özel okul açtı ve 'Diyane'
-Annemiz- adıyla Türkçe-Adığece bir
dergi yayınladı. 1923 yılında kapatılmıştır.
*Kafkas Teali Cemiyeti(Kafkas
Yükselme Derneği)
1920 yılında İstanbul'da kuruldu.
1925 yılına kadar çalışmalarını sürdürdü.
Örgütlenme konusunda Cumhuriyet
Dönemi başlangıcı ve 1950'lere kadar geçen süre çok ciddi bir sessizlik dönemi
yaşandı.
Çerkes Ethem hain ilan edildi, 16
Çerkes Köyü bir takım gerekçelerle sürgüne tabi tutuldu, 'Vatandaş Türkçe
konuş' vb sloganlarla ulus-devlet oluşturma çabası içinde, egemen ulus kimliği
taşıyan veya bu kimliği kabullenenler dışındakiler için sindirme politikaları
da izlendi. Cumhuriyet Dönemi ilk dernekler İstanbul'da kuruldu. 1951 yılında
'Kuzey Kafkasya', 1952 yılında 'İstanbul Kafkas Kültür Derneği' kuruldu.
İstanbul Kafkas Kültür Derneği'nin 'Kafkasya Mecmuası' isimli dergisi 12 sayı
yayınlandı.
Dernekler süreç içinde Türkiye'deki
yerleşim birimlerinde açılmaya, dergiler, bültenler yayınlanmaya başladı. Daha
önce de belirttiğimiz gibi dernek ve yayın isimleri Kafkas, Kafkasya, Kuzey
Kafkasya gibi coğrafi anlam ifade eden isimlerdi, etnik kimlik ifade eden
Çerkes ismi kullanılamadı.
1957-62 yılları arasında 'Yeni
Kafkasya' dergisi 33 sayı,
1964 yılında Ankara Kuzey Kafkasya
Derneği tarafından 'Kafkasya' kültürel dergisi,
Ankara'da 1970 yılında 'Kamçı' ,
1975-77 yılları arasında Yamçı' (16 sayı)dergileri,
1970 sonrası İstanbul'da Kuzey
Kafkasyalılar Kültür Derneği yayını olarak 'Kuzey Kafkasya' dergisi yayınlandı.
Ankara'da 1984 yılında 'Kafdağı',
1991 yılında 'Marje' , İstanbul'da 'Alaşara' dergileri ve yine İstanbul'da
'Yeni Kafkasya Gazetesi' yayınlandı. Ankara'da Kafkas Federasyonu'nun 'Nart'
dergisi halen yayın hayatına devam etmektedir.
Avrupa Birliği uyum yasalarını
takiben Kafkas Federasyonu'nun girişimleri sonucu anadilde televizyon programı
yapılmaktadır. TRT-3' te perşembe günleri, 10.30-11.00 arası 'Kültürel
Zenginliklerimiz' programında Adığece'nin bir lehçesi olan Kabardey dili ile
sunumlar yapılmaktadır. Yarım saatlik programda Kabardeyce haber, spor
haberleri, belgesel sunumu ve klip eşliğinde müzik dinletisi yapılmaktadır.
Yasak savar özellik taşıyan programın varlığını aktarmakla yetinelim.
Bu arada kapalı kutu konumundaki
Kafkasya'nın 1967'den sonra kapısını çalıp ziyaret eden Türkiyeli Çerkesler
çoğalmaya başladı. Olumsuz propagandanın etkisi ile kötümser olan Türkiye
diasporası, gezileri gerçekleştirenlerin söyleşileri sonucu Kafkasya'nın
"yaşanabilir bir yer" olduğunu düşünmeye başladı. Demir perde
ülkesinin ardında, hala kendi dilini konuşabilen, hatta kendi dili ile okulu
olan insanların var olduğunu bilmek, diasporada halkın arasında olumsuz
propagandaya inen bir darbe oldu. SSCB rejimi üniversitelerde okuyan Çerkes
gençliğini olumsuz etkilemese de ve onlar dilleri döndüğünce endişe edilecek
birşey olmadığını açıklamaya çalışsa da, yoğun olumsuz propagandayı kırmak için
Kafkasya ziyareti gerektiği anlaşılmış oldu böylece.
Dernek bazındaki örgütlenmelerin
yoğunlaşması sonucu birlik arayışları gündeme geldi. Yasalar çerçevesinde
derneklerin birliği üzerine toplantılar yapıldı. 5 Kasım 1977'de Ankara'da
yapılan bir toplantının dağılması sonrası durakta araç bekleyen insanların
üzerine ateş açıldı, Mahmut Özden öldürüldü, yaralananlar oldu. Birleşme
çalışmaları sekteye uğratıldı, geciktirildi.
12 Eylül 1980 ise yeni bir duraklama
dönemi oldu. Ülkeyi karartan askeri darbe ile dernekler de kapatıldı. 1984
yılında dernekler tekrar açılmaya başlandı.
1990'larda derneklerin birleşmesi
ile ilgili yeniden toplantılar yapılmaya başlandı. Yasa gereği federasyon tipi
bir örgütlenme gerçekleştirilemeyeceği için, Merkez-Şube ilişkisi temelinde bir
birlik oluşturuldu. "Kafkas Derneği Genel Merkezi" 1993 yılında
Ankara'da kurulmuştu ve kısaca Kaf-Der olarak anılırdı. Türkiye'nin çeşitli il
ve ilçelerindeki şube sayısı 33 idi.
2002 yılında derneklerin federasyon
oluşturabilecekleri doğrultusunda yasa çıkınca, Kaf-Der federasyon
örgütlenmesini doğru bularak şubelerini fesh etti. Şubeler tekrar bağımsız
derneklere dönüştürüldü ve bir dizi toplantıdan sonra 2003 yılı Temmuzunda
Ankara'da "Kafkas Dernekleri Federasyonu" kuruldu. 21 dernek tarafından
kurulan Federasyona üye dernek sayısı 46'dır. Federasyonun Nart dergisi
yayınlanmaktadır. 2 aylık periyodu olan dergi 5000 adet basılmaktadır.
İkinci federasyon, 'Birleşik Kafkas
Dernekleri Federasyonu' ismiyle kurulmuştur. Merkezi Ankara'dadır.
Vakıflar var ayrıca; Şamil Eğitim ve
Kültür Vakfı , Kafkas Vakfı ve Alan Vakfı. Yanı sıra sivil toplum
örgütlenmeleri ile; Demokratik Çerkes Platformu, Kafkas Forumu gibi, Çerkesler
Türkiye ve Dünya gündeminde yerini almaya çalışıyor.
1992 yılı Türkiyeli Çerkesler
açısından bir başka dönüm noktası oldu. SSCB'nin dağılma sürecinde bağımsızlık
ilan etme yarışı sırasında, Gürcistan yönetimi ordusunu Abhazya'ya yöneltince
savaş başladı. 14 Ağustos 1992'de başlayan savaş 1993 yılında sona erdi. Kardeş
halkların birbirine kıydığı bu ve benzeri savaşların yaşanmaması gerektiğine
inanıyorum. On yıllarca bir arada yaşamış, aynı kasabayı ve köyü paylaşmış, kız
alıp vermiş Abhaz ve Gürcü Halkı ve benzer konumdaki dünyadaki diğer halkların
savaşa değil, özgürce gelişimleri için barışa gereksinimi var.
Savaşın sonucunda de'facto
bağımsızlık ile bugünlere geldi Abhazya. Savaş dönemi ise Türkiyeli Çerkesler
açısından yeni bir hareketlenmenin nedeni oldu. Kafkas-Abhazya Dayanışma
Komitesi oluşturuldu ve Abhazya temsilcisi gayri resmi de olsa İstanbul'da
görev yapıyor. Bu savaş sona erdi derken 1994 yılında Rusya'nın
Çeçen-İçkerya'ya saldırısı ile bir başka savaş başladı. Bu savaşın Türkiye
cephesinde olanlar güzel şeyler değildi. Fundamentalist ve şoven Türk
milliyetçi gruplar, Çeçen konusunu propaganda aracı olarak kullandı. Bu durumun
yarattığı olumsuzluklar, savaşın halen sürdüğü günümüzde de etkili olmaya devam
ediyor.
KAYNAYAN KAZAN KAFKASYA
Bugün Kafkasya'da ortaya çıkan
çatışmaların başlangıcı XIX yy'a dayanır. Bir halkı yok etmenin araçlarından
biri olarak uygulanan halkı dağıtmaya yönelik zulüm politikalarının sonucudur
birçok olumsuzluk. Güneye inmeyi olmazsa olmaz hedef sayan çarların yarattığı
"demografik felaketler" halkların varlıklarını tehdit etmiştir.
Rusların büyük çoğunluğu için bütün bu yapılanlar Rus çıkarlarını korumak
içindi. Bugün de farklı değildir anlayış. Eski Başkan Yeltsin'in kurmay başkanı
Nikolay Yegorov' un 1996'da yazdığı bir yazıda belirttiği gibi, Moskova'nın
Çarlık döneminde Kafkasya'ya yaklaşımı ABD'nin Kızılderililere karşı olan
politikasından hiçbir şekilde farklı olmayan "olağan bir uygulama"
idi. Çar I. Nikola 1829 yılının Eylülünde Kafkas tugayının başkomutanından
"Dağlı Halkların topraklarının mutlaka ele geçirilmesi ve karşı koyanların
imha edilmesini" talep ettiğinde, stratejisini saklama gereği dahi
duymamıştı.
Kafkasya güneyi ve kuzeyi ile
kaynayan kazandır tam anlamıyla.
Yüzyıllar boyunca her anlamıyla hareketli bir coğrafya olan Kafkasya'da
halkların kendi iç dinamikleriyle gelişmesi sürekli kesintiye uğradı. Küçük bir
coğrafyada onlarca halkın bir arada ve barış içinde yaşaması, dış müdahaleler
olmasa gerçekleşebilirdi belki. Adeta geçiş köprüsü konumunda idi Kafkasya ve
tarih boyunca pek çok kavmin istilasına uğradı. İşgalciler kendi kurallarını
dayattı, nüfus hareketleri yaşandı sürekli. Tarihsel topraklarında yaşayan
halklar suni olarak bölündüler, harita üzerinde oluşturulan sınırlarla küçük
halklar kıskaca alındı. II. Dünya savaşında sürülen halkların topraklarına başka
halklar yerleştirildi. Sonra sürülen halklar geri döndü, toprak sorunu yaşandı.
Halkların çıkarına olmayan bir dizi olay yaşandı ve yaşanıyor. Küçük halkları
birbirine düşman eden bir yığın sorun var ortada ve yeni sorunlar da yaratılıyor.
Geçmiş sorunlar hep konserve edilmiş, günü geldiğinde açılıyor.
Kafkasya'da uzun yıllar önemsiz
gösterilen, basite indirgenen sorunlar hala var ve her bir sorun potansiyel
çatışma nedeni. Hristiyanlarla Müslümanlar arasındaki gerilim, keyfi olarak bir
topluluğa ait toprakların bir başka topluluğa verilmesinden doğan
gerilim, Rusya'ya karşı takınılan tavır farklılığının yarattığı gerilim, ulusal
hareketler, milliyetçi ve Moskova bağlısı yönetici hizipler arası gerilim...
Liste uzar gider.
Bakalım Kafkasya geneline;
- Dağlık Karabağ bölgesi;
Ermeni-Azeri çatışması
- Abhazya-Gürcistan savaşı
- Güney Osetya - Gürcistan
çatışmaları
- Rusya Federasyonu - Çeçenistan
savaşı
- Oset-İnguş çatışmaları - (Toprak
sorunu)
- Yakın zaman önce çözülen
Acaristan-Gürcistan gerilimi
Kamuoyunun henüz çok ısınmadığı için
bilmediği gerginlikler de yaşanıyor süreç içinde.Karaçay ve Adiğeler arasında,
Kabardeyler ve Balkarlar arasında, Kazaklarla Adiğeler arasında. Özelde Adıgey
Cumhuriyeti' ne yönelik çeşitli senaryoların hazır olduğunu bilmek için fazla
öngörüye de gerek yoktur. %20 ile azınlıkta olan Adiğelerin yönetimi ellerinde
bulundurmalarından rahatsızlık duyan Rus milliyetçisi çevrelerin zaman zaman
kışkırtıcı çıkışları olmakta, göz önünde olmak istemediklerinde ise geçmiş
dönemlerden gelen alışkanlıkları ile Kazak Halkını etkileyerek gerginliği diri
tutmaktadır. Ayrıca milliyetçi çevreler bu küçük Federe Cumhuriyetin ayakları
üzerinde duramadığını , bu nedenle Cumhuriyet olarak varlığını sürdürmemesi
Krasnodar'a bağlanması gerektiğini işlemektedir.Üç ayrı Adığe Cumhuriyeti'nin
bir arada tek bir cumhuriyet olarak varlığını sürdürebileceği ise hiç akla
gelmemektedir.
SONUÇ
Etnik kökenleri, dilleri , dinleri
ne olursa olsun tüm Kafkas Halklarını birbirine bağlayan kültürel ve yaşamsal
ortaklıklar vardır. Çözülebilecek basit sorunlar nedeniyle halklar arasında
mikro milliyetçilik tohumlarını düşmanlık tohumları ile karıştırarak
serpiştiren hegomonyacı devletlerin politikalarına karşı durmak gerekiyor.
Sosyo-politik sorunlar yaratıp, sonucunda ırkçı kışkırtmalarla halkaları
birbirine düşürmek, bunun için de yoğun olarak halkların içinden işbirlikçiler
kotarmak, emperyalizmin her zaman uyguladığı yöntemdir. Bunun ayırdında olan
halkların aydınlarına ciddi sorumluluklar düşmektedir.
Kafkas Halklarının diğeri olmadan ve
de diğerine rağmen hayatta kalamayacağının bilincinde olması gerekiyor. Piyon
olmaması gerekiyor.Bir Karaçay ile bir Adiğenin, bir Oset ile bir İnguşun,
Abhaz ile Gürcünün, Ermeni ile Azerinin ...... düşman olmalarına neden
olabilecek hiçbir sorun, fark, üstünlük veya başka birşey yoktur. Tersinden
okumalı ve dost olmak için pekçok nedenin olduğu ortaya konulmalıdır.
Kafkas dil ailesinden Ubıhça' yı
konuşabilen son insan Tevfik Esenç, simgesel anlamda
"Son Ubıh" olarak anılıyor. Kuzey Kafkasya' nın
Karadeniz kıyısında yaşayan halklarından olan Ubıhlar, 1864' e kadar Çarlığa
direndikten sonra topyekün Osmanlı topraklarına yerleştiler. Kafkasya' da Ubıh
kalmadı, Türkiye' dekiler de kimliklerini korumaya çalışıyorlar ve bilinçli bir
tercihle anadilleri Ubıhça yerine Adiğece konuşuyorlar.
Yine bir anektot anımsıyoruz
Ubıhlardan söz ederken.
Fransız bilim adamı George Dumezil
Anadolu'da Ubıhlar' ın izini sürerek, Ubıhların ve Ubıhçayı konuşabilen Tevfik
Esenç'in yaşadığı Hacı Osman Köyü'nü öğrenir. Düşer yola, köyü bulur, köy
girişinde karşılarına çıkan gençlere Ubıhları ve Ubıhçayı konuşabilen insanları
sorar. Gençler "buyrun" der düşer önlerine. Bir süre sonra geldikleri
mezarlıktaki mezarları gösterir gençler ve "Ubıhça konuşanlar burada
yatıyor" derler.
Savaşın ve sürgünün bir sonucudur bu
durum, yeni "sonlar" olmasın isteriz.
Çerkesler; Dünya kültür mozayiği
içinde yerini almak istiyor.
Ne Eksik Ne Fazla !!
Bunun için de yaşadıkları her
coğrafyada demokrasi, daha fazla demokrasi talebinde olacaklar.
KK - Kuzey Kafkasya
RF - Rusya Federasyonu
(1) - Çerkes Tarihi Kronolojisi –
Dr. Baturay Özbek
Ubuh dilini konuşabilen son Ubuhtu Tevfif amca (Esenç)
Manyas- Hacıosman köy
Rus, İngiliz ve Osmanlı ortak oyunlarıyla
Tuzağa düşürülüp sürkün edilen çerkesler.
Çerkeslerin sürgünle dağıtıldıkları bölgeler.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder