26 Mart 2019 Salı

ÇERKESLER

Soykırım deyince dünya Almanların Yahudş halkına uyguladığı insanlık dışı soykırımı hatırlar.
O kadar büyük ve çok daha acımasız metodlarla o yılların emperyal güçleri, İngiltere, Osmanlının göz yumması ile Çarlık Rusyasının Çerkesler halklarına uyguladığı eşi benzeri görülmemiş soykırım nedense kimsenin aklına gelmez.
Aşağıda Bloguma aldığım "Misafir yazılar bölümünde" Bundan böyle Çerkjesler ve soykırım gerçekleri ile yazılan yazıları paylaşacağım.
cemal k. demir


ÇERKESLER

.11 Şubat 2013

Türkiye'nin kültürel zenginliğine katkısı olan Çerkesler, yazılı medyada zaman zaman gündeme gelir. Sınırlı okuyucu kitlesine sahip gazete ve dergilerde yer alan sınırlı sayfalı yazılarla, kültürel zenginliğe katkı sunan diğer halkların fertleri Çerkesleri yani komşularını tanımaya çalışır. Yayın hayatına yeni başlayan bu dergi de sınırlı sayıda okuyucuya ulaşabilecek. Bu yazıdan amaç, derginin ilk sayısında özet olarak Çerkesler'i anlatmaya çalışmaktır.

Yaşar Güven, 01.09.2005

Masalların Kaf Dağı'nın kadim halkı Çerkesler'in İslamiyet’le tanışması Arapların Kafkasya' ya ulaştığı VIII. yüzyılda, İstanbul'da gönüllü görülmeye başlamaları Osmanlı'nın Kafkasya' ya ulaştığı 1700'lİ yıllarda, diasporik bir halk oluşu ise Çarlık Rusya’sı ile giriştikleri savaşın sonucu 1800'lİ yılların ikinci yarısından sonra gerçekleşmiştir.

Coğrafi konumu nedeniyle ziyaretçisi hiç bitmeyen Kafkasya'nın bir kısım halkları, iç dinamikleri ile gelişmesi kesintiye uğramış ve feodalizm sürecini tamamlayamadan diasporik bir halk olmuştur. Sonuçta, bir ölçü olabileceği düşüncesi ile iletelim ki; kendi coğrafyalarında kendilerine özgü ulus-devlet süreci yaşamadı söz konusu halklar. Hatta merkezileşmiş feodal süreci dahi yaşamadılar.

Karadeniz ile Hazar Denizi arasındaki Kafkasya, Kafkas Dağları ile doğal bir ayrımdadır. Gürcistan, Ermenistan ve Azerbaycan'ın yer aldığı coğrafya ile kuzeyde kalan coğrafyayı; birbirlerini etkiledikleri, birbirleri ile bağlantılı oldukları konularda ayırmadan ama farklı yazı konuları olarak değerlendirmek gerek.

Küçük bir coğrafya ama halklar ve diller mozaiği  konumundaki Kuzey Kafkasya ile ilgili araştırmaları olan Stefanos Yerasimos' un Kafkasya geneli için kaleme aldığı yazıdan;

"Paris 'teki Harp Okulu'nun duvarlarında, I.Dünya Savaşı sıralarında bir İngiliz subayı tarafından çizilmiş rengârenk bir Kafkas haritası asılı. Her renk bir ulusu gösteriyor, yan tarafta da adları yazılmış, tam yetmiş bir tane, ancak Türkmenlerle Kırgızların her nedense aynı renkle gösterildikleri göz önüne alınırsa yetmişinki tane eder."

Böyle yazmış Yerasimos.

Adige - Karaçay - Abhaz - Nogay - Tatar - Balkar - Oset - Gürcü - Çeçen - İnguş - Avar - Dargin - Lak - Lezgi - Andi - Dido-Kumuk - Tat - Azeri - Ermeni - Acara - Megrel - Svan - Bats - Kürt - Nasturi - Rus - Çingene - Kalmuk - Kazak - Türk Karapapak... uzayıp giden bir halklar mozaiği. Her biri ayrı bir yazı konusu olabilecek halklar.

Türkiye özelinde resmi tarihin katkısı ile Çerkes Ethem' in kişiliğinde Çerkesleri tanıma(!) fırsatı buldu Anadolu coğrafyası. Bir de damak düşkünlüğünden olsa gerek Çerkes tavuğu literatürde yerini alırken farklı kıyafetler ve müzik aletleri ile Kafkas halk dansları da belleklerde yerini aldı. Kısaca Türkiye özelinde birlikte yaşadığı halkların Çerkesleri -Çerkesler'in de birlikte yaşadığı halkları - iyi tanıdığı söylenemez. Bundan kasıt tarihsel gerçeklerdir. Dünyanın gündemine giren 1992 yılındaki Abhazya-Gürcistan savaşı ve 1994' deki Çeçen savaşı gösterdi ki etnikliği / aidiyeti özellikle manipule eden bilinçli kesimlerin dışında bilgisi olması gerektiği düşünülebilecek başka bir deyimle araştırma yapıp gerçekleri bulmaya yakın görünen medyamız da yetersiz bilgiye sahipti. Abaza-Abaz, Cücen-Çeçen derken öncelikle kimlik tanımını kavram kargaşasından kurtarmaya çalıştı Çerkesler, sonra haritada Abhazya ve Çeçenistan' ı parmakla gösterip bu insanların nereden geldiklerini anlattılar.

Neden bilmiyorlar, neden öğrenemediler, neden öğretemedik, birlikte yaşayan halklar neden birbirlerini tanıyamamış, neden tanışıklık yüzeyde kalmış ya da görsellikten öte tanışma gerçekleşememiş? Sorulmalı ve yanıtları bulunmalı.

Çerkesleri anlatırken, anavatanlarından ve anavatanları dışında yaşadıkları coğrafyalardan da söz etmek gerek. Rusya Federasyonu Cumhuriyetleri olan Adıgey, Karaçay - Çerkes, Kabardey - Balkar, Dağıstan, Kuzey Osetya(Alanya), İnguşetya Cumhuriyetleri ile 1990 sonrası yaşadıkları savaşlar nedeniyle sıkça haber oldukları için, kamuoyunun daha yakından tanıdığı Abhazya, Çeçen-İçkerya, Güney Osetya Cumhuriyetleri yazı kapsamında ilgi alanımızda olacak halkların ana vatanlarıdır. Coğrafi olarak şimdi sıkışıp kaldıkları cumhuriyetlerden çok daha geniş alanda yaşadıkları, Karadeniz' den Hazar' a gibi bir tanımla tarihsel konumlarının tanı'bileceğini aktaralım.

Çerkesler'‘in anavatanları dışında  yaşadıkları coğrafyaların başında Türkiye gelmektedir. Türkiye dışında yaşadıkları coğrafyalar Ürdün, Suriye, İsrail, Almanya, Hollanda, İngiltere, ABD, Kanada başta olmak üzere yaklaşık 40 ülkedir.

Anadolu' da Çerkesler' in yaşadığı yerler, il ve ilçe merkezinde yerleşimler dikkate alındığında; Adapazarı, Düzce, Kayseri / Pınarbaşı ve Uzunyayla, Eskişehir, Bilecik-Bozüyük, Bursa, Balıkesir / Gönen-Manyas ve Bandırma, Çanakkale / Biga, Sivas, İzmir, Antalya, Kahraman Maraş / Göksun, Yozgat, Hatay / Reyhanlı, Samsun, Tokat, Amasya / Merzifon, Afyon, İstanbul, Ankara, İzmit, Adana, Konya....40 il çevresinde 900 civarında yerleşim merkezinde yaklaşık 5 milyon civarındadır sayıları.

Çerkeslerin ANAVATANI KUZEY KAFKASYA' da NELER OLDU?

Tarih boyunca pek çok akına ve süreli işgale uğradı KK. Coğrafi konumu nedeniyle akın ve işgallerin yanı sıra çeşitli nedenlerle gerçekleşen nüfus hareketlerini de yaşadı. Sözü edilen akın ve işgaller Kafkasya'yı ve yaşayanlarını zor durumda bırakırken aynı zamanda Kafkasya dışına Çerkes nüfusunun çıkış nedeni olmuştur.

374 yılında, Atilla'nın önderliğindeki Hunlar Kafkasya'yı işgal etti. Daha sonra Atilla'nın Avrupa üzerine yaptığı seferlere Çerkes süvari birlikleri de katıldı. Atilla'nın ölümünden sonra dağılan birlikleri arasındaki Çerkesler, İrlanda'ya, İspanya'ya ve oradan Kuzey Afrika'ya geçerek varlıklarını sürdürmeye çalıştı. Tarihin akışı içinde Bizans ve Altınordu devletleri ordularında da yer aldı-er.

XII. - XIII. yüz yıldaki Moğol istilası ve istila sırasında başlayıp sonrasında devam eden veba hastalığı, Kuzey Kafkasya'daki trajik dönemlerden biridir. Ciddi bir nüfus kaybı olmuş, günün koşullarında hastalığa direnebilenler nesillerini devam ettirebilmiştir. Özellikle 1390'larda Timur'un Kafkasya'da yarattığı yıkım korkunç olmuş, Timur ordusunun geçtiği yerlerde 100 yıl tahıl ve ot yetişmediği nesilden nesille anlatıla gelmiştir.

Hun, Moğol, İskit, Sarmat ve diğer hareketleri geçip Çarlık Rusyası dönemine bakalım.

 

Çarlık Rusyası'nın Karadeniz sahiline ve sıcak denizlere -Akdeniz'e kadar inmeyi büyük hedef olarak gördüğünü tarih kitaplarında okumuşuzdur. Çarlar ayaklarını Akdeniz'de yıkama hayalini kurdu hep. Bu hedef için önemli coğrafi konumu nedeni ile Karadeniz ve Hazar Denizi arasındaki Kafkasya'nın ele geçirilmesi gerekiyordu. Orada yaşayan Çerkeslerin isteği ise anavatanlarında özgür yaşamaktı. Özgürlüklerine düşkün halklardı ve bu durum yıllar süren savaşlara neden oldu. Savaş, KK'nın her yerinde oldu, Hazar Denizi'nden Karadeniz'e kadar her yerde. Dağlık coğrafi yapının avantajlarını kullandı Çerkesler ve sürekli hareketli-küçük birliklerle savaşarak direnişi yıllarca sürdürdüler. Ancak KK'nın merkezileşememiş feodal yapısı nedeniyle düzenli askeri yapısı yoktu . Savaşın farklı cephelerde ve belli zaman aralıkları ile gerçekleşmesi güçlü konumdaki Çarlık ordularının savaşı kazanması ile son buldu. Gerek nüfus, gerekse askeri teçhizat açısından eşitsizlik vardı ve bu durum Çerkesler açısından yenilginin temel nedenlerinden biri olmuştur. Devamlı ve düzenli, eğitimli, teçhizli ve cephane sıkıntısı olmayan orduya karşı, baskı karşısında ve o zaman diliminde yapılacak savaş için toplananlardan oluşan bir birlik söz konusuydu. Sınırlı sayıda, sınırlı teçhizli ve sınırlı cephaneli.

KK halklarının Çarlık Rusyası ile ilk ciddi karşılaşmaları 1550' lerde başlar. Kafkasya'nın ortasındaki Adığe boyu Kabardeyler, Ruslarla ilk karşılaşan ve savaşanlardandır. Kabardeyler'in savaş öncesi yaklaşık 400.000 olan nüfusları, savaşların sonucunda 30.000'e kadar düşmüştür. Savaş dönemi ve sonrasında yaşanan kıtlık ve hastalıklar da etkili oldu bu kıyımda. Çarlık Rusyası'nın Kafkasya Savaşı'nda izlediği belirleyici ve ana yöntemlerden biri; ekinlerin - ormanların yok edilmesi idi. Bu yöntem savaşın zorluklarının yanısıra yokluk, kıtlık, açlık ve ölümle tanımlanabilecek bir tablo çıkarmıştır ortaya.

SÜRGÜN

KK' nın doğusunda, Dağıstan ve Çeçen Bölgesi' nde 1859' da Şeyh Şamil' in teslim olması sonucu hakimiyeti ele geçiren Çarlık ordusu, KK' nın batısına yüklendi. Bütün Kafkasya cephe iken artık cephe küçülmüş, Kuzey-Batı Kafkasya ile sınırlanmıştı. Kafkasya ile ilgili yüzeysel bilgilerde, Çarlığa karşı direnişin simgelerinden sadece biri olan Şamil ile sınırlama görüyoruz. Şamil ile özdeşleştirilen direnişin boyutları gerçekte çok geniştir. Karadeniz ile Hazar Denizi arasındaki KK'nın hemen her kesiminde gerçekleşen direnişin iyi incelenmesi ve doğru sonuçlara varılması, bugünün Kafkasya’sının doğru değerlendirilmesi için bize ışık tutacaktır.

İslamiyet’le KHK’nın doğu bölgelerinin yani Çeçen Bölgesi ve Dağıstan'ın tanışması, Araplarla ilişkilerin kurulduğu 8 yy civarıdır. 1840'larda yani Doğu Kafkasya'da Şeyh Şamil önderliğinde Çarlık Rusya’sına karşı direniş sürerken Çeçen ve Dağıstan Bölgeleri çoğunluk Müslüman idi. Bu durum savaş içinde zaman zaman dini ögelerin kullanılmasını da getirmiştir. Bu dönemde savaşın diğer cephesine, yani Kuzey-Batı Kafkasya'ya Şamil tarafından gönderilen müritler, bu bölgede daha yoğun yaşayan Adiğeler arasında İslam dinini yaymaya çalıştılar. Xabze dediğimiz yazılı olmayan Adiğe Anayasası ile şeriat uyuşmazlığını gören Adiğeler, Muhammed Emin öncesi gönderilen iki müridi, şeriatı dayatmaları nedeniyle barındırmamıştır. Şamil'in son müridi Muhammed Emin ise, bu gerçeği bilerek geldiği Adiğeler arasında önce yaşama uyum sağlamış sonra direniş konusunda deneyimlerini paylaşmış ve şeriatı anmadan dini çalışmalar yapmıştır.

Bu kısa açıklamadan sonra 1859'a, Şamil'in tesliminden sonraya, Çarlık Ordusunun Kuzey-Batı Kafkasya'ya yüklenmesine dönelim. Cephenin küçülmesine karşın Çarlık hemen sonuç alamadı. Dağlık coğrafyada 1864 yılına kadar yani Şamil'in tesliminden 5 yıl sonraya kadar süren savaşların sonucunda, Çar tarafından Adiğeler'e, Abhazlar'a ve Ubıhlar'a, yani Kuzey-Batı Kafkas Halklarına silahlarını bırakarak ovalık ve bataklık bölgelere yerleşmeleri ya da Osmanlı topraklarına sürgün seçenekleri sunuldu, seçenek denebilirse. Yaklaşık 1.5 milyon insan vatanını terketti, 500 bin civarında insan sürgün yolculuğunda ve ilk yerleştikleri bölgelerde yaşamını yitirdi. Sadece Trabzon' da 53 bin civarında insan öldü.

Karadeniz sahil şeridinin Rusya için stratejik önemi vardı ve yerli halktan arındırılmalı idi, öyle de yapıldı. Kafkasya'nın diğer bölgelerinde yani bugünkü Çeçenistan, Dağıstan ve Osetya bölgelerinde görülmeyen sürgün uygulaması ile karşı karşıya kaldı Karadeniz kıyısı civarındaki Çerkes Halkları. Denize komşu olduğu için her türlü operasyona açık olan sahil şeridi, gelecekte sorun yaratmaması için yerli nüfustan sürgün yoluyla arındırıldı. Osmanlı Sultanı ve Rusya Çarı, çıkarlarına denk düştüğü için Çerkesler' in sürgünü konusunda hemen anlaştı. Çarlık, boyunduruk altına almakta zorlandığı bu halkı stratejik konumu önemli olan bölgede bir arada tutmak istemiyordu. Zayıf düşen ve sınır sorunları yaşayan Osmanlı ise savaşacak güç peşindeydi.

Her anlamda eşitsizlik savaşının sonucu yaşanan sürgün, trajediye dönüştü. Adıge, Abhaz ve Ubıhlar açısından bakıldığında, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı olarak yaşayanların, Anavatan Cumhuriyetleri' nde, Kafkasya'da yaşayanlardan daha fazla oluşu, yaşanan trajedinin sadece bir yanıdır. Kendi yurtlarında azınlık olarak yaşamak durumunda kalan halklardandır Adıge ve Abhazlar. Doğal ortamından koparıldı bu halklar. Çerkes Kültürünün Geleceğe Taşınması ve İnsanlığın Ortak Kültürüne Katma Hakkı  tehdit edildi böylece.

Özgürlüğüne düşkün Kafkasya Halkları, istilacı güçlerin oluşturduğu ideolojik üst yapıya karşın, kendi geleneklerine sıkı sıkıya bağlı kaldılar. Yaşanan bunca olumsuzluğa karşın, yaşamlarını sürdürüyor olabilmelerinin bir nedeni de budur.

OSMANLI İMPARATORLUĞU, İNGİLTERE VE KAFKASYA

KK stratejik önemi nedeni ile Çarlık Rusyası ve Osmanlı arasında pazarlık konusu olmadı sadece, kolonyalist ülkeler İngiltere ve Fransa da etkili olmaya çalıştılar. Kısaca savaş dönemi politikalardan söz etmek gerek.

Kırım Hanlığı'nın 1745 yılında saraya bağlanması ile, Osmanlının Kafkasya ilişkilerinin başladığı söylenebilir. Fiziki temas ise, 1778 yılında Canikli Ali Paşa'nın Kırım Ordu Komutanlığı döneminde gerçekleşti ve Karadeniz kıyısındaki Soğucak'ta görüşmeler oldu. Ferah Ali Paşa, 1781'de Çerkezistan Valisi olarak Soğucak Kalesi'ne gelerek, Osmanlı adına ciddi anlamda Kafkasya çalışmalarını başlattı. İslam dinini Çerkesler arasında yaymaya çalıştı ve Çarlık Rusyası'na karşı Osmanlı politikasını yürütmeye başladı.

Sonrasında da birçok Osmanlı Paşası Soğucak ve Anapa Muhafızı olarak KK'nın Karadeniz kıyısına geldi. Savaş boyunca yardım vaatleri devam etti. Yardım olarak hiçbir şey gelmedi denemez tabi ki. Vaatlerin gerçekleşiyor görünmesi ve savaşın sürmesi için; bir miktar kullanılmış tüfek, fıçılar içinde fire oranı yüksek barut, hantal ve dağlık koşullarda pratik kullanımı olmayan toplar gönderildi. (Örnek olması açısından; 1825 yılında Anapa Muhafızı Hacı Hasan Paşa yerinde durum tesbiti yaparak Çerkesler için saraydan silah talep eder, talep sultan tarafından açıkça reddedilir.) Savaşın yoğunlaştığı, Edirne Antlaşması'ndan sonraki dönemde, 1830-39 yılları arasında, İngiltere'den silah yardımı sözü gelmiş, uzun süre yardım beklenmiş ancak gerçekleşmemişti. Osmanlı ise 15 top, 300 fıçı barut, 4 topçu subayı yardımı yapmıştı. Toplar hantal ve dağ koşullarına uygun değildi, barut fıçıları yarım doluydu, bu durumu bir Leh (Polonyalı) olan ve Çerkeslerle cephede Çarlık Ordusuna karşı savaşan Theophil Lapinski ; "Tipik Türk yardımı" olarak nitelendirmişti.

Çıkarlarına uygun politika izleyen İngiltere ve Osmanlı İmparatorluğu yardım vaatleri ile savaşı uzatmaya çalıştı sürekli. Osmanlı İmparatorluğu açısından bakıldığında açıkça görülen, doğu sınırlarının bu savaşlar sayesinde korunduğu idi. Çarlık Rusyası KK genelinde 300.000 civarında asker bulunduruyordu. Osmanlının doğu sınırında ise göstermelik 10.000 asker. Yanı sıra bu savaşla Osmanlı Balkanlar konusunda da kısmen rahattı. Nitekim Balkanlardaki Osmanlı egemenliği, Kafkasya'daki savaşın bitiş tarihi olan 1864 sonrası 13 yıl içinde adım adım sona erdi.

1834 yılından itibaren İngiltere adına KK'ya gelen David Urquhard, yardım vaatlerini sürdürmüştü. Ruslarla hiçbir şekilde ilişki kurulmaması doğrultusunda ciddi çalışmalar yapan Urquhard, 1838'de Glasgow'daki bir toplantıda “İngiltere Çerkesleri desteklemektedir"  der ve gerekçesini açıklar; "Çerkesler Hindistan'ın bekçileridir. Bu nedenle yardım gereklidir."

İngiltere'nin hakimiyetini sürdürdüğü Hindistan Bölgesi'ne, coğrafi olarak yakın başka bir istilacı ve yağmacı ülkenin yani Çarlık Rusyası'nın göz dikeceği biliniyor ve Kafkasya'da olabildiği kadar çok oyalanması isteniyordu. Sonuçta yardım olarak gerçekleşen, yapılan toplantılarda ateşli nutuklarla İngiliz vatandaşlarından toplanan bir miktar paranın gönderilmesinden ibarettir.

Osmanlı ve İngiltere yaklaşımından sonra, biraz önce sözünü ettiğimiz Osmanlı yardımını "tipik Türk yardımı" olarak tanımlayan Polonyalı Lapinski'den söz edelim kısaca.

Polonya'yı yani vatanlarını ve özgürlüklerini korumak için Çarlık Rusyası ile savaşan Lehler, KK'daki direnişe destek vermek isterler. Bu amaçla İstanbul'a gelen Leh subayı Lapinski, sarayla görüşmek için gelen Çerkeslerle tanışır. Polonyalı askerler ve İstanbul'dan sağlanacak silah ve cephane ile Kafkasya'ya geçmek isteyen Lapinski'ye Osmanlı Hükümeti izin vermez. Yolculuk, 1856 yılında gizlice gerçekleştirilir. Çerkesler yardım vaadi konusunda yaşadıkları olumsuz deneyimler nedeniyle Polonyalılara da güvenmezler ve yapılan bir toplantıda bu durum ortaya konur.

Kafkasya' ya giden Lapinski ile Çerkesler arasında 1856 Martında bir toplantı gerçekleşir. Bir Adığe olan Arslamkeri' nin sözleri şöyledir:

"Siz, bütün müslüman ve hristiyanlar, tek bir tanrıdan söz eden sizleri anlamak hem çok zor, hem de siz bu iddialarınızla yanılmaktasınız. Gözlerimizin gördüğü hiç bir şey yeryüzünde tek değildir. Aksine pek çoktur. Çeşitlidir. Nasıl olur da bu kadar çok çeşitlinin içinde birisi, tek ve en kudretli olduğunu iddia edebiliyor, kendini bu çokluklardan ayırabiliyor? Bizim çok tanrılarımız varken herşey daha iyi ve düzenli idi. Çünkü her tanrının görevi ayrı ve belli idi. Su, ateş, ormanlar, dağlar, insanların ve hayvanların tanrıları. Hepsi ayrı ayrı idi. Tek bir tanrı nasıl oluyor da dünyamızda sayılamayacak kadar çok sorunların üstesinden gelebiliyor? Bu tek tanrı adına daha önceleri Türkler gelerek bizi boyundurukları altına almaya kalktılar. Daha sonra yine bu tek tanrı adına Ruslar gelerek bizi köleleştirmek istediler. Osmanlılar bizi tek bir tanrı adına, yine aynı tek bir tanrı adına köleleştirmek isteyen Ruslara karşı savaşa çağırıyorlar, yine Ruslar bu tek tanrı adına müslümanları, müslümanlar da hristiyanları öldürüyorlar.

Nerede bu olaylardaki gerçek!..Söyler misiniz?

Sizler de aynı tek bir tanrı adına, ama daha değişik bir tanrı, Türklerinkinden ve Ruslarınkinden de daha başka bir tek tanrı adına - sizlerin de bizlerden ne istediğinizi zamanı gelince görecek ve anlayacağız - bizlerle birlikte tek bir tanrıya karşı savaşmak istiyorsunuz...

Ne tuhaf değil mi?"(1)

SÜRGÜN SONRASI

Sürgün sonrası da çilesi bitmedi Çerkesler' in. Osmanlı, çıkarlarına uygun bir iskan politikası uyguladı. Sorunlu bölgelere ve potansiyel tehlikelere karşı   uygun çevrelere yerleştirdi Çerkesleri. Özetle; Balkanlar'a müslüman olmayan halkların civarına, Ortadoğu' da Suriye-Ürdün hattına, Orta Anadolu' da Samsun' dan Hatay' a bir hat oluşturacak şekilde; bugün itibarıyla da bu çizgi üzerindeki yerleşim devam etmektedir; adeta tampon bölge oluştururcasına gerçekleştirildi bu yerleşimler. Bir de İstanbul saray çevresine yerleştirmeler yapıldı, saray muhafızlığı düşünülmüş olmalı.     

Osmanlıda "göçmenlik yasası" gereği 10 yıl askerlik muafiyeti vardı. Bu yasa "Gönüllü Birlikler" oluşturularak aşıldı. Yolculukları ve ilk yerleştirildikleri topraklarda hastalıklardan kırılan Çerkesler, bir süre sonra tekrar savaşın içinde buldu kendini, gönüllü birlikler adıyla. Osmanlı' nın Çarlıkla anlaşması ve Çerkesleri topraklarına kabulünün en önemli nedeni idi Çerkeslerin Osmanlı adına savaşması. Sürgün yaşamış halk, görünürde yeni bir vatana yerleşmiş gibi görünse de, karnını doyurabilecek durumda değildi. Savaşın içinde olmasalar da açlık yine kapılarındaydı. Koşulların zorlaması, Çerkesleri istemedikleri pozisyonlarla karşı karşıya bıraktı. Açlık ve yokluktan kendileri kırılırken bir de çocukları kırılmasın anlayışıyla çocuklarını sattılar. Erkekler gönüllü oldular (!) savaşmaya, bir kısım kadınlar da cariye oldular saraya. Sıkça dile getirilen harem gerçeğinin nedenlerinden, önemli nedenlerinden biri, sürgünün yarattığı olumsuz koşullardır.

93 Harbi olarak bilinen 1877-78 Osmanlı-Rus savaşında gerek Balkan gerekse Doğu cephesinde savaştı Çerkesler ve sonucunda Rusya' nın talebi ile 13 Temmuz 1878 Berlin Anlaşması'na konan bir madde ile, Balkanlar' daki Çerkes nüfusu yeniden sürgüne tabi tutuldu. Bir kısmı Anadolu'ya, daha yoğun kesimi Ortadoğu' ya gönderildi. (1877-78 savaşları sonucu yaşanan sürgünden sonra hala Kosova çevresinde kalanlar oldu ve onlar da eski Yugoslavya' daki savaş nedeni ile 1989'da Adıgey Cumhuriyeti'ne yerleşti.) 93 Harbi sonucunda Kafkasya'dan da Abhaz Halkı'nın önemli bir bölümü Anadolu'ya sürüldü, sürgün Abhazlar yoğun olarak Düzce-Adapazarı çevresine yerleştirildiler.

Sürgün kara bir bulut örneği Kurtuluş Savaşı sürecinde de peşini bırakmadı Çerkesler'in. Çerkes Ethem' in hain ilan edilmesinden sonra, Yunanistan' da kurulmuş bir takım örgütlerle işbirliği iddiası da ortaya konularak, 2 Mayıs 1923 tarihinde Manyas çevresindeki 16 Çerkes Köyü sürgüne tabi tutuldu ve Doğu Anadolu'ya göçettirildi. Daha sonra ilan olunan af ile geri dönüşleri mümkün olabildi. 1908 yılında İstanbul'da kurulan Çerkes İttihad ve Teavun Cemiyeti üyelerinden, aynı zamanda Beşiktaş Kulübü kurucularından milletvekili Mehmet Fetgerey, bu haksız uygulama nedeniyle TBMM'ye iki ayrı sunumda bulundu.

Yerleştirildikleri topraklarda birlikte yaşadıkları halklarla o coğrafyanın iyi-kötü gününe ortak oldu Çerkesler. Osmanlı döneminde Onlar da Çanakkale' den dönmediler, Sarıkamış' ta donarak öldüler, Anadolu' nun savaşında Ethem olup Kuvvacı saflarına katıldılar, Anzavur olup Padişah yanlısı davrandılar.

 

Kurtuluş Savaşı ayrıca ve detaylı incelenmesi ve tartışılması gereken bir dönemdir. Öncesine dair, 1905 Rus Devrimi dönemine dair bir olayı aktaralım. Çerkeslerin yerleştirildikleri topraklarda birarada yaşadıkları halklarla birlikte hareket ettiklerini aktarmıştık. Bunun tipik bir örneği; Zafer Kars'ın 1984 yılında Kaynak Yayınları'ndan çıkan "Belgelerle 1908 Devrimi öncesinde Anadolu" kitabının satır aralarına bir göz atıldığında görülecektir . Yazar; 1908 Devrimi yani Osmanlı'da Abdülhamit Monarşisi'ni yıkan Jön Türk hareketini, 1905 Rus Devrimi ile ilişkilendirmekte ve şöyle yazmaktadır:

"1905 Rus Devrimi'nin doğu halklarının uyanışında belirleyici bir rol oynadığı bilinen bir gerçektir. Anadolu'daki devrimci kitle eylemleri de bu devrimden kuvvetle etkilenmiştir. Kronolojik olarak 1905 devriminden hemen sonraya rastlaması, bu eylemlerin Doğu Anadolu'da kendini göstermesi (o dönemde devrimci düşünce ve eylemlerin kaynaştığı Kafkasya'ya yakın olması bakımından anlamlıdır) bu düşünceyi doğrulayan kanıtlardır."

Yazar devam eder ve bir olay aktarır, Rusya'da ayaklanmaya katılan Teğmen Şmidt, Çar yönetimi tarafından idam edilince bu durum Osmanlı ordu mensupları arasında hoşnutsuzluk yaratır. 28 subay ve birkaç aydın ölen teğmen Şmidt'in ailesine bir mesaj iletir. Mesaj; "Kahrolsun ölüm cezası, yaşasın halkın özgürlüğü" cümlesi ile sonlanmaktadır. Yazar ; 'Gönderilen mesajın Türk devrim hareketi tarihinde bir eşi yoktur'  demekte ve şunları aktarmaktadır:

"Mektubu yazanların büyük bir bölümü Kafkas asıllıdır ve Türk ordu ve donanmasında önemli görevler almışlardır. Aralarında kruvazör ve zırhlı komutanları, albaylar, teğmenler, gemi doktorları, askeri okul matematik öğretmenleri ve diğer kişiler vardır. Bu 28 kişinin onüçü Çerkes, üçü Türk, ikisi Ermeni, ikisi Kürt, ikisi Laz, biri Arap, biri de Arnavut'tu." Sayıların bir önemi yok, işte mozaik.!

 

KISACA ÇERKES ETHEM

Kurtuluş Savaşı dönemi ile ilgili yazılmış birçok kitap var. Özelde bilinen Çerkes Ethem ile ilgili de birçok kitap yazıldı, birçok araştırmacı yazdıkları kitapların bir bölümünü bu konuya ayırdı ve düşüncesini aktardı okuyucusuna. Kısaca değinelim Ethem konusuna. Savaş boyu yazışmalarda ve diyaloglarda Ethem hep Ethem Bey' di, Kuvay-ı Seyyare komutanı Ethem Bey. İşgal gücü Yunan ordusuna karşı Ege'de ilk savunma hattını kuran, Anzavur, Düzce/Bolu, Çapanoğlu gibi Kurtuluş Savaşı dönemi isyanlarını bastıran (ki irili ufaklı 19 isyandır söz konusu olan) Ethem, sonra birden Çerkes Ethem oldu. Zaten hep Çerkesti. Savunma hattını kurarken de, Çapanoğlu isyanını bastırırken de, Ankara' da coşku ile karşılanır ve TBMM üyelerince alkışlanırken de, düzenli ordu tartışmaları yapılırken de. Üzerinde bir dizi yorumlar yapılan anlaşmazlıkların sonucu, Ethem Yunan tarafından geçiş hakkı istedi, tek kurşun atılmadan olay sonuçlandı . Candan can koparıldı  bir yazarın deyimiyle. Ve resmi tarih günah keçisini buldu; Çerkes Ethem. Savaş dönemi ve savaş sonrası yaşanan tasfiye hareketlerinden biridir Ethem olayı. Ethem sonradan çıkarılan affı, affedilecek birşey olmadığı haklı gerekçesi ile reddetti ve Ürdün' de öldü. İtibar iade edilmelidir ve resmi tarih yanlışı düzeltilmelidir.

Cumhuriyet Dönemi'nde bugünlere kadar gelen gelişmeleri biliyoruz. Halkların dillerini yasaklayan, halkları ve insanları ülkenin zenginliklerden eşitçe yararlandırmayan, kültür zenginliklerini eşit biçimde kullandırmayan, egemen olmayan milliyetlerin her talebini birliğe yönelik bir tehdit olarak sunan yani mazlum olanı tehdit edici-bölücü olarak sunan genel bir baskı politikası.

 

Örneğin bizler Çerkes olarak bilindik ancak Cumhuriyet Dönemi'nde, resmi düzeyde örgütlerimizde bu adı kullanamadık, Kafkas adını kullandık, adı Çerkes olan derneğimiz olmadı. 1864 sürgünü sonrası 1908 yılında İstanbul'da Çerkes İttihad ve Teavün Cemiyeti gibi örgütlenmeler yerini Cumhuriyet Dönemi'nde Kafkas Kültür Dernekleri'ne bıraktı.

Çerkes dilleri Adığece ve Abhazca ile anılan köy isimleri değiştirildi. Çerkesler çocuklarına kendi isimlerini koyarken engellemelerle karşılaştılar, mahkemelere yansımış isim davaları vardır.

KAFKASYA' daki CUMHURİYETLER

Bugün Kuzey Kafkasya' daki yani anavatandaki durum özetle;

* Çeçen-İçkerya ve İnguşetya

Çeçen-İçkerya'da savaş sürüyor. Savaş yok dense de, işbirlikçiler aracılığı ile RF Cumhuriyeti varlığını sürdürüyor gibi görünse de, halkın bir bölümü hala sürgünde, yurtlarında olanlar baskı ve işkence altında. Bir şekilde direnişi sürdürenler, aileleri rehin alınarak ölüm tehditleri ile teslim olmaya zorlanıyor. Arka bahçelerine müdahalede birbirlerinin işine karışmama anlaşması yapmışlardı hegamonyacılar, birbirlerine karışmadan işkencelerine devam ediyorlar.

Çeçen-İçkerya' da, Irak' ta ...

1994 yılı I. Çeçen Savaşı öncesindeki Federasyon Cumhuriyeti'nin adı Çeçen-İnguş Cumhuriyeti idi. 19.300 km2 lik coğrafyasında 1.300.000 civarında insan yaşardı. SSCB'nin dağılma sürecine girdiği 1989 sonrası, 20' nin üzerindeki cumhuriyetten oluşan RF' de, yeni yapılanma sırasında iki cumhuriyet , Tataristan ve Çeçen-İçkerya Federasyon birlik anlaşmasını imzalamamıştı. Tataristan yeni haklar alarak birlik anlaşmasını imzaladı. Çeçen-İçkerya ise 1991' de bağımsızlığını ilan etti, 1994' e kadar de'facto bağımsızlık sürdü. Yeltsin dönemindeki I. savaş 1994 Aralık ayında başladı. Görüşmeler sürerken ve olumlu adımlar atılırken RF saldırısı ile savaş başlamıştı. Stratejistlerin birleştiği nokta özetle " Rusya Federasyonu'nun bir savaşa ihtiyacı olduğu" yönündedir. Kısa sürecek bir savaşa ama. Yanlış hesap bu kez Bağdat'tan değil Moskova'dan dönmüş ve savaş yaklaşık iki yıl sürerek 1996'da sona ermişti, üstelik RF'nin geri adım atması ile.

1994 yılı I. Çeçen Savaşı öncesindeki Federasyon Cumhuriyeti'nin adı Çeçen-İnguş Cumhuriyeti idi. 19.300 km2 lik coğrafyasında 1.300.000 civarında insan yaşardı. SSCB'nin dağılma sürecine girdiği 1989 sonrası, 20' nin üzerindeki cumhuriyetten oluşan RF' de, yeni yapılanma sırasında iki cumhuriyet , Tataristan ve Çeçen-İçkerya Federasyon birlik anlaşmasını imzalamamıştı. Tataristan yeni haklar alarak birlik anlaşmasını imzaladı. Çeçen-İçkerya ise 1991' de bağımsızlığını ilan etti, 1994' e kadar de'facto bağımsızlık sürdü. Yeltsin dönemindeki I. savaş 1994 Aralık ayında başladı. Görüşmeler sürerken ve olumlu adımlar atılırken RF saldırısı ile savaş başlamıştı. Stratejistlerin birleştiği nokta özetle " Rusya Federasyonunun bir savaşa ihtiyacı olduğu" yönündedir. Kısa sürecek bir savaşa ama. Yanlış hesap bu kez Bağdat'tan değil Moskova'dan dönmüş ve savaş yaklaşık iki yıl sürerek 1996'da sona ermişti, üstelik RF'nin geri adım atması ile.

 

1999' da Putin döneminde Rusya bütün gücü ile Çeçen-İçkerya' ya bir kez daha saldırdığında gerekçesi Moskova'daki binaların kundaklanması idi, ki bu konuda da stratejistlerin birleştiği nokta terör girişimini RF'nin organize ettiği doğrultusundadır. Ve bugüne gelindi.

Çeçen-İçkerya Cumhuriyeti'nin İnguşetya' dan ayrıldıktan sonraki yüzölçümü 17 bin km2' dir. 1997 sonu itibarıyla genel nüfus 1 milyon civarında olup etnik gruplar ; Çeçenler,İnguşlar,Ruslar,Avarlar,Nogaylar,Kumuklar ve Ermenilerdir.

1989 sayımına göre SSCB genelinde 958.300 Çeçen yaşardı, bunların 734.500'ü Çeçen-İçkerya'da idi.

I.savaş dönemi, 1994 sonrası 250.000 kişi hayatını kaybetti. 80.000 kişi illegal tecrit kamplarında tutuldu. 12.000 kişi kayboldu.

II.savaş Eylül 1999'da başladı. 130.000 kişi hayatını kaybetti. 16.000 kişi illegal tecrit kamplarında tutuldu. 10.000 kişi kayboldu.

Son 10 Yılda Çeçen Halkının 1/3 ' ü Yok Edildi.

Nüfusun büyük çoğunluğu İslama inanıyor. Çeçenler Sunni olup Nakşibendi ve Kadiri tarikatı mensubudurlar.Savaş başlayana kadar Vahabilerin sayısı azdı. Savaş dönemi sayıları arttı.

1992' de İnguşlar ayrıldılar, 4 Haziran 1992'de kurulan İnguşetya  ayrı bir RF Cumhuriyeti şimdi. Başkenti Nazran.Yeni başkent olacak Magas kenti inşaatı sürmektedir. Ülke arazisi 3.750 km2' dir. 1998 yılı baz alındığında, 314.800 nüfusu vardır. RF'nin en yoğun nüfusa sahip bölgesi olmuştur. İstihdam düzeyinin düşük oluşu, savaş nedeniyle yaşananlar sonucu Vahabiliğin İnguşetya'da gelişmesi tehlikesi vardır. İslamın siyasileştirilmesi ve Rusya karşıtlığının merkezine oturması ile Vahabilik bütün bölgede önem kazanmıştır. Vahabilerin toplam sayısının önemsiz olmasına karşın, siyasi süreçe olan etkileri diğerlerinden daha önemli duruma gelmektedir.

II.Dünya savaşı döneminde yaşanan sürgünle suni bir sorun daha yaratılmıştı, toprak sorunu. 23 Şubat 1944 yılında, Almanlara yardım ettikleri gerekçesi ile Çeçenler ve İnguşlar Orta Asya steplerine sürülmüş, topraklarına da başka halklar yerleştirilmişti. İlerleyen süreçte sürgün edilenler vatanlarına geri dönüş hakkını alınca , toprak sorunu nedeniyle Oset-İnguş çatışması yaşanmıştı. Sorun tam olarak giderilebilmiş değil.

Abhazya

SSCB döneminde statüsü bir-iki kez değişmiş, en son Gürcistan' a bağlı özerk cumhuriyet konumunda iken SSCB' nin dağılma sürecindeki belirsizliklerin ve anlaşmazlıkların sonucu 1992' de savaş çıkmıştı, 1993' de Gürcistan birliklerinin Abhazya' yı terketmesi ile savaş sona erdi. 1993 yılından beri de'facto bağımsızlığı sürüyor.

Acaristan olayından sonra Gürcistan' ın ABD eğitimli lideri Sakaşvili'nin Abhazya ve Güney Osetya konusundaki demeçlerini Kafkasya ile ilgilenenler okumuştur. Gürcistan, yeni ve genç lideri önderliğinde Batı dünyası -NATO ve AB- ile hızla bütünleşebilmek için, toprak bütünlüğü konusunu ön plana çıkarmıştır.Karadeniz'in Nato gölü haline getirilmesi planları ortadadır. Planın temelini de Büyük Ortadoğu Projesi-BOP- oluşturmakta ve BOP sınırları içinde Kafkasya' nın güneyi de yer almaktadır. Gürcü Halkının geçmiş deneyimleriyle dost ve düşmanı ayıracağına inanıyoruz. Dost Gürcü Halkı ile Abhazyalılar' ın bir sorunu olamaz. Umudumuz yeniden kan dökülmemesi ve halkların özgürce gelişiminin önündeki engellerin kaldırılmasıdır.

Abhazya, 8.600 km2' lik bir alandadır. Başkenti Sohum, dili Abhazca' dır. Abhazya' da Abhazlarla birlikte yaşayan halklar; Gürcü, Migrel, Svan, Ermeni, Türk, Kazak, Rus, Rumlardır. 1989 sayımında nüfusu 535.000 idi. 100 bin Abhaz, 60 bin Gürcü, 25 bin Svan, 155 bin Migrel - Laz, 76 bin Rus, 77 bin Ermeni, 14 bin Rum, 15 bin Ukraynalı, 10 bin Türk vd. Şimdi, yani 1992 savaşı sonrası, 300 bin civarındaki toplam nüfusun 90 bini Abhazdır.

* Güney Osetya

Statüsü Abhazya ile benzer konumdadır. Yani 1991' den beri de'facto bağımsızdır. Gürcistan ile sorun sürmektedir. Acaristan'dan sonra Güney Osetya'ya yönelen Gürcistan, 2004 yazında çıkan çatışmalar ve Rusya ile sertleşen diplomatik ilişkiler sonucu şimdilik bekleme dönemine geçmiştir. Güney Osetya, RF Cumhuriyeti olan diğer yarısı Kuzey Osetya ile yani Alanya ile birleşmek istemektedir. 3.900 km2 yüzölçümüne sahip olup başkenti Tshinvali' dir.

*Kuzey Osetya - Alanya

RF Cumhuriyeti'dir. 8.000 km2' dir. 667.300 civarında nüfusu vardır.%57.3'ü Oset , %26.3' ü Rus, %5.1'i İnguş, %2.2' si Ermeni, %1.7'si Gürcü, %1.7'si Kumuk'tur. Adige ve Çeçenler az sayıdadır. Başkent; Vladikavkaz' dır. Alanya, Kuzey Kafkasya'nın en çok kentleşmiş bölgesidir. Nüfusun %69'u kentlidir. Federasyonun İnguşetya'dan sonra en küçük ve en yoğun nüfusa sahip cumhuriyetidir. Oset ve Rus dilleri devlet dilidir.

Endüstrisi gelişmiş bir cumhuriyettir. Metalurji, elektronik, kimya endüstrisi, makine imalatı, nişasta ve pekmez üretiminde Federasyon içinde önemli bir yeri vardır. Ayrıca kurşun, çinko, dolomit, sülfirik asit, elektrik ampulü, züccaciye ve polimer malzemeler üretilmektedir. Son yıllarda ekonomik yaşamda alkol sanayisinin yeri önem kazanmıştır.RF alkol üretiminin %40'ı burada gerçekleştirilmektedir. Yakın çevredeki savaş ve çatışmalar sonucu, bölgeye iç göç yaşanmış olması olumsuz bir etkendir.

Oset Halkını daha iyi tanıyabilmek için İskit, Sarmat ve Alanlara bakmak gerek. Tarih bilgilerimizi yokladığımızda anımsayacağımız bu halklar Osetler'in atalarıdır. İrani bir halk olan İskitleri, aynı soydan gelen bir kabile olan Sarmatlar, M.Ö III. yy.'da egemenlikleri altına aldı. Sarmatlar'ın bir kabilesi olan Alanları MS I yy. civarında tarih sahnesinde görüyoruz.

2005 yılı içinde vizyona giren Kral Artur filmi ilginçtir. Roma İmpatorluğu orduları Sarmatlarla savaşır ve yenilen Sarmatlar' dan alınan çocuklar lejyoner olarak yetiştirilmek üzere Roma İmp. egemenliğindeki İngiltere'ye gönderilir. Filmi izleyenler ,film kahramanlarının imparatorluğa hizmet sürelerini bitirip vatanlarına döneceklerine dair diyaloglarını ve bunun filmde sıkça kullanıldığını anımsayacaktır. Sonuçta bu insanların İngiltere' nin temelini attıklarını anlatır film.

Osetya ve Osetler konusuna bir bakalım. 3.900 km2' lik Güney Osetya ve 8.000 km2' lik Kuzey Osetya. Halkların varlıklarını sürdürebilmesi, kimliklerini koruyarak kültürlerini geleceğe taşıyabilmeleri gibi amaçlarla oluşturulmuş cumhuriyetlerden söz ederken, Osetya özelindeki bu durum düşündürücü. İki cumhuriyet arasındaki sınır Kafkas Dağlarıdır, yani komşu iki cumhuriyettir ve de aynı halktır söz konusu olan. SSCB' nin 15 Cumhuriyetinden ikisine, Rusya'ya ve Gürcistan'a bağlanan iki bölge. Birleşme taleplerinden daha doğal ne olabilir? Siyasi manevralardan ve ekonomik ilişkilerden soyutlanamasa da insani boyutu ile bakıldığında bu çok rahat dile getirilebiliyor.

*Dağıstan

RF Cumhuriyeti' dir. 50.300 km2' dir. Başkenti; Rusya'nın Hazar Denizi'nde donmayan tek askeri ve ticari limanı ve aynı zamanda demiryolu kavşağı olan Mahaçkale'dir, nüfusu 2.1 milyon civarındadır. %44 kentli nüfusu vardır. 20' den fazla dil konuşulur bu Cumhuriyette.

Nüfusun yaklaşık %28' i Avar, %16.2' si Dargin, %12.5'i Lezgi, %13'ü Kumuk, %5' i Lak, %44.7'si Tabasaran, %7.1' i Rus, %4.5' i Çeçen , %4.3'ü Azeri, %1.6'sı Nogay, %0.8' i Rutul, %0.8'i Ağul, %0.3'ü Çahur, %0.4'ü Tat.

Dağıstan' da yaşayan Lezgi ve Nogaylar'ın tarihsel dönemlerde Kafkasya'nın geniş bölgelerinde yaşadıkları bilinir.

Yukarıda ifade ettiğimiz gibi parçalanmış halklardan biri Osetlerdir. Dağıstan'dan söz ederken parçalanmış diğer bir halktan daha bahsetmek gerekiyor. Lezgiler. Azerbaycan'da 260.000 civarında, RF cumhuriyeti Dağıstan'da 200.000 civarında Lezgi yaşamaktadır.

Dağıstan, RF'nin etnik olarak değil de coğrafi terim olarak tanımlanan az sayıdaki bölgelerinden biridir, 'Dağlık Ülke' anlamındadır. Bölgede önemli jeopolitik konuma sahiptir. Hazar Denizi, ülkeye Kazakistan, Türkmenistan ve İran çıkışı sağlamaktadır. Dünyada etnik çeşitliliği en fazla olan bölgedir. Çarlık istilasına karşı ilk direnen bölgelerdendir. Bütün bu özellikleri ile; Kafkasya'nın bütünündeki gelişmelerde ve siyasi süreçlerde önemli yeri olacaktır.

*Adıgeler

Çerkesya , yani Adigeler 'in tarihi anavatanı şimdi parçalanmış bir coğrafya. Yaşadıkları 3 federasyon cumhuriyeti var, RF cumhuriyetleri olan Adıgey, Karaçay-Çerkes, Kabardey-Balkar. Bir de Kıyıboyu Şapsığ olarak bilinen 1922-1941 yılları arasında özerk yönetimli Rayon yani Ulusal İlçe vardı. Ancak 1941 yılından beri bu Rayon yok. Adığeler'in bir kolu olan Şapsığlar, Adige Cumhuriyeti sınırları dışında , tarihsel topraklarının bir bölümünde Tuapse civarında Karadeniz sahilinde yaşamaktadırlar. Nüfusları yaklaşık 10.000 kadardır. Adigelerin nüfusu ; yukarıda andığımız üç federe cumhuriyet ve Şapsığ Bölgesi dahil, anavatana göre Türkiye' de daha fazladır.

Ruslar gelmeden önce Adıgeler; kuzeyde Don Nehri ağzından güneyde Abhazya' ya , batıda Azak ve Karadeniz kıyılarından güneydoğuda Sunja' ya kadar geniş bir alana yayılmış olarak yaşıyorlardı. En yakın komşuları; batıda Kırım Tatarları, Kuban ve Kuma nehirlerinin kuzeyinde ise göçebe Nogaylardı. Güneybatı ve güneyde, Kafkas Sıradağları boyunca Abhaz ve Gürcü prenslikleri ile sınırlıydılar. Merkezi Kafkasya' da ise dağlık bölgelerde yaşayan Osetler, Karaçay ve Balkarlarla komşuydular. Doğuda Vaynahlar (Çeçen ve İnguşlar), en doğu uçta ise Dağıstanlılar bulunuyordu. Bu konumlarıyla Adigeler ; nüfus ve siyasi güç olarak Kuzey Kafkasya' daki en büyük halktılar.

Çerkesya' nın siyasi konumunu,1828-29 Osmanlı-Rus Savaşı sonucunda, 14 Eylül 1829'da imzalanan Edirne Antlaşması değiştirdi. Osmanlı İmparatorluğu Çerkesya' yı Rusya' ya bıraktı. Karadeniz kıyısında birkaç kalesi vardı Osmanlının. Çerkesya Osmanlı toprağı değildi ve Adigeler de Osmanlı Sultanı' nın tebası değildi. Osmanlı Padişahı kağıt üzerinde Çerkesya' yı Rus Çarı' na vermişti.

Yaşlı bir Çerkesin, sultanın Kafkasya' yı çara verdiğini anlatan ve savaşmamalarını talep eden çarın generaline verdiği yanıt unutulmadı hiç ; ağaca konmuş bir kuşu gösteren yaşlı Çerkes ;

"General, iyi sözlerin hatırına ben de sana ebediyyen şu kuşu veriyorum,alabiliyorsan al"

Sonrası savaş ,kan ve hüzün... Geleceğine özgürce karar verme hakkı elinden alınmış bir halkın yaşadığı olumsuzluklar... Dünya kültürüne savaşın, kinin, nefretin dışında katkılar sunacak olan bir halkın sürgünü...Sözlü anayasası ile toplum yaşamını düzenlemiş ve insan ilişkilerinde olumlu katkılar sunmuş ve sunmaya devam etmeye çalışan bir halk...Sözünü ettiğimiz Adiğelerin yaşadığı 3 RF Cumhuriyeti var.

*Adıgey Cumhuriyeti

RF Cumhuriyeti' dir, başkenti Maykop' tur. Cumhuriyette Adıgece ve Rusça devlet dilidir. Kafkas sıradağlarının kuzey eğiminde, Kuban Nehri havzasındaki cumhuriyet 7.800 km2' lik yüzölçüme sahiptir. Petrol ve doğalgaz, altın ve gümüş rezervleri vardır, tarım ciddi bir uğraş alanıdır.

Toplam nüfus 492.000' dir. 123.000 Adige vardır,yani nüfusun % 25'i. Nüfusun %68' i Rus, kalanı Tatar, Ukraynalı, Ermeni,Kazak... Adigeler nüfusça az olmalarına karşın denklik -paritet- yasası gereği parlamentoda milletvekili sayısının en az yarısını elde ediyor. Son yıllarda Rus milliyetçilerinin üzerinde durduğu bu konu nedeniyle gerginlik yaşanmaktadır ve gelecekte ciddi bir sorun olarak karşımıza çıkacaktır. Devlet başkanı olabilmek için Çerkesçe bilme şartı baskılarla değiştirildi örneğin.

Karaçay-Çerkes Cumhuriyeti

RF Cumhuriyeti' dir, başkenti Çerkesk' tir.Kafkas Dağları' nın kuzey eğiminde,Elbruz Dağı' nın sırtlarından batıya ve kuzeye uzanan cumhuriyet ,14.100 km2' lik yüzölçüme sahiptir. Ekonomide , kimya ve petrokimya endüstrisi, gıda ve hafif sanayi ile kaplıca turizmi belirleyicidir.

432.000 olan toplam nüfusun 40.000' i yani %9.7' si Adige (çoğunluğu Kabardey ve Besleney boyları), 34.000' i Abazin (Abhazya' dan gelip buraya yerleşmiş gruplardan oluşur), 129.000' i Karaçay- Türk boyu, 12.000' i Nogay, kalanı Rus, Ermeni, Ukraynalı,Oset ...

Cumhuriyette Rusça,Nogayca, Adıgece, Abazaca devlet dilidir.

*Kabardey-Balkar Cumhuriyeti

RF Cumhuriyeti' dir, başkenti Nalçik' tir. Kuzey Kafkasya' nın tam merkezinde, Kafkas Dağları' nın en yüksek dağlık kesiminde, Terek Havzası' nın kuzey eğimindeki cumhuriyet 12.500 km2' lik yüzölçüme sahiptir. Toplam nüfus 790.000' in 365.000' i yani %46' sı Adiğe, 79.000' i yani % 10' u Balkar, 23.000' i yani % 32' si Rus, kalanı Ukraynalı,Mesket Türkü, Gürcü, Azeri, Ermeni, Oset, Tatar,Yahudi,Kazak...Cumhuriyette Adıgece, Rusça ve Balkarca devlet dilidir.

Son üç cumhuriyet Adiğeler in yaşadığı üç ayrı cumhuriyettir.Birbirinden koparılmış anavatan topraklarıdır. Karadeniz kıyısında kalan Adiğe kolu Şapsığları da dikkate aldığımızda anavatan topraklarındaki toplam nüfusları yaklaşık 538 bindir . Biraz önce Osetler ve Lezgiler  konusunda dikkati çektiğimiz durumun benzeri bir durum söz konusudur Adigeler için. Ayrı cumhuriyetlerden söz ediyoruz ama ayrı halklardan değil. Ayrı cumhuriyet ama aynı halktan söz ediyoruz, tarihsel toprakları belli olan, iradeleri dışında birbirinden koparılmış aynı halktan. 1864 sürgünü ve 1917 devrimi tarihlerini temel alırsak sadece 53 yıl sonrasındaki yani henüz hafızalar taze iken yapılan uygulamayı dile getiriyoruz. Bir yanı ile Adigeler'in korunmasına yönelik bir uygulama yani özerk cumhuriyetler oluşturma söz konusu, diğer yanı ile de onları tarihsel topraklarında üçe bölen bir uygulama. Böyle olmamalı idi. "Her halkın kendi kaderini tayin hakkı " soru işareti bırakılmaksızın uygulanmalıydı.

1997 yılında ; Adıgey, Karaçay-Çerkes ve Kabardey-Balkar Cumhuriyetleri parlamentolar birliği kuruldu. Birlik 21 Mayıs' ı sürgünü anma günü ilan ederken, Adigelerin anavatanlarına dönüşü ile ilgili politikalar oluşturulması, Krasnodar eyaleti içinde Şapsığ Ulusal Bölgesi'nin kurulması, 1992 yılında savaş yaşamış olan Abhazya ile ilişkilerin düzenlenmesi gibi amaçlarla çalışmalarını yürüttü.

Tabi bu noktada, sözünü ettiğimiz üç cumhuriyetin 1990 sonrası yönetim kadroları ile ilgili yorumlarımızı da eklememiz gerekecek. Dağılan SSCB' nin hemen her cumhuriyetinde gözlemlediğimiz "her devrin yöneticisi" tanımına uygunluk Kafkasya için de geçerliydi. SSCB döneminin sosyalist başkanları ve yöneticileri, bir gün içinde halklarının çıkarının kapitalizmde olduğunu görüp liberal başkanlar olarak yöneticiliklerine devam ettiler. Samimiyetlerini bizler her zaman sorguladık.

Adıgelerle birlikte iki cumhuriyette; Karaçay-Çerkes ve Kabardey-Balkar Cumhuriyetleri'nde yaşayan Karaçay ve Balkar halkları da polemik konusu yapılmakta, kışkırtmalarla aynı cumhuriyete adını veren kardeş halklar birbirine düşürülmeye çalışılmaktadır. Kıpçakların Kafkasyalı halklarla karışması sonucu tarih sahnesinde yerini alan Karaçay ve Balkar halkları da Kafkasyalıdır ve diğer bütün halklar kadar söz hakları vardır.

Kafa sayısının önemli olmadığını, her koşulda etniklerin eşitliğinden yana olmak gerektiğini aktarırken kafa sayısı ile ilgili bir anektotu da aktarmak gerek:

XIX. yy' da Kafkasya' ya bir çok araştırmacı, bilim adamı gelir giderdi. Çerkesler her zaman konukseverdi. Konukseverliklerine karşın nüfuslarını tesbit için sayım yapmak isteyen araştırmacılara ise tepki gösterdiler. Tepkinin nedenini de şöyle dile getirdiler:

"Sayısına göre değer kazanan hayvanlardır. Biz hayvanmıyız ki saymaya kalkıyorsunuz!?"

ÇERKES TARİHİNDE 21 MAYIS

21 Mayıs 1864 , harekatını tamamlayan Rus birliklerinin zafer töreni günüdür, Çerkesler' in ise sürgünü anma  günüdür. Son dönemlerde RF siyasi manevralar peşindedir. Bunlardan biri; 21 Mayısın sürgünü anma günü olarak değil savaşın sona eriş günü olarak anılmasını istemesidir.

Bir diğeri; yıllardır Kafkas-Rus Savaşı olarak yazılan olayı, terminolojiyi tartışmaya açarak değiştirmek ve Kafkas Savaşları olarak anılmasını sağlama çabasıdır. Bu manevralardan amaç; sürgün konusunun kapanması ve Çerkeslere uygulanan soykırım gerçeğinin yeni nesillere unutturulmasıdır.

-Soykırım suçtur ve insanlık yıllar geçse de bunun hesabını soracak ve tescil edecektir.

-Sürgün uygulanmıştır ve anavatan topraklarına dönebilmek ve yerleşebilmek sürülen halkın hakkıdır. -Çifte vatandaşlık, anavatan toprakları dışında yaşayan Çerkesler' in hakkıdır.

Bu iki girişimin dışında RF'nin üçüncü siyasi manevrası da coğrafi isim değişikliğidir. Kuzey Kafkasya yerine Güney Rusya tanımını yerleştirmeye çalışmaktadır. Yukarıda ifade etmeye çalıştığımız iki manevranın tamamlayıcısı da bu manevra olacaktır. Doğal olarak bizler bu ve benzeri manevralar karşısında gerçekleri dile getirmeye devam edeceğiz ve siyasi manevralarla sonuç alınmasına karşı duracağız.

Her 21 Mayıs'da sürgünü anıyoruz, Türkiye'de de anavatanda da, yani Karadeniz'in her iki kıyısında da. Sürgünün anıtları var artık; Kefken Karaağaç Köyü'nde, Samsun'da. Unutmadık, unutturmayacağız. Böyle biline.

Adıgeler en yoğun Türkiye' de yaşamaktadır. Kesin rakamlar bilinmemekle birlikte Ürdün' de 60.000, Suriye ' de 40.000 Adıge ve Abaza, İsrail' de 3.000 kadar Adıge yaşamaktadır. Her üç ülkede; sınırlı da olsa ana dilde eğitim hakkı olduğunu biliyoruz.

ÇERKESLER TÜRKİYE' de NELER YAPTI?

1864 ve 1877-78 yıllarındaki sürgünlerden söz ettik. Yeni yaşam yerlerine alışmaya çalıştı Çerkesler. Savaşlar sürdü bu arada, Osmanlıda iç hareketlenmeler yaşandı. Özellikle 1908 yılında II. Meşrutiyetin ilanından sonraki kısmi özgürlük ortamında Çerkesler örgütlenmeye başladı. Kısa özetlerle bu bilgileri vermeye çalışalım.

* Çerkes İttihad ve Teavun Cemiyeti (Çerkes Birleşme ve Yardımlaşma Derneği)

1908 yılı Ağustosunda, meşrutiyetin ilanından sonra İstanbul'da kuruldu ve çeşitli yerlerde şubeleri açıldı. Kurucuları arasında yazar Ahmet Midhat Efendi de vardır. Bu derneğin kurucuları tarafından daha sonra "Şimali Kafkasya Cemiyeti" de kurulmuş, bu oluşum siyasi çalışmalar yapmıştır. Söz konusu yapılar içinde, diasporada ilk kez Adığe ve Abhaz dilleri alfabeleri düzenlendi, 'Guaze' adıyla (1911-14) yılları arasında dünyada ilk kez Adıgece gazete yayınlandı. Adıgece ve Abhazca kitaplar bastırıldı ve kitaplar ana vatandaki okullara da ulaştırıldı. Latin ve Araf harfleri ile Adıgece bastırılan çeşitli kitaplar ana vatandaki Adige okullarında ders kitabı olarak okutuldu. Derneğin kadrosunda yer alan kişilerden ana vatana öğretmenler gönderildi.

Şimali Kafkasya Cemiyeti, I. Dünya Savaşı sonrası Osmanlı Devleti'nin yenilgisi sonucu imzalanan Mondros Anlaşması ile İstanbul'a giren İngiliz işgal kuvvetleri tarafından kapatıldı. Çerkes Teavun Cemiyeti ise 1923 yılına kadar yani Cumhuriyet Dönemine kadar çalışmalarına devam etmiştir.

*İstanbul'da Kafkasyalılar Arasında Neşr-i Maarif Cemiyeti

(İstanbul'da Kafkasyalılar Arasında Eğitimi Yayma Derneği)

1914 yılında İstanbul'da okuyan Kafkasyalı çocuklara yardım amacı ile kurulmuştur.

*Çerkes Kadınları Teavun Cemiyeti(Çerkes Kadınları Yardımlaşma Derneği)

1918 yılında İstanbul'da kurulan dernek, İstanbul'da örnek bir özel okul açtı ve 'Diyane'

-Annemiz- adıyla Türkçe-Adığece bir dergi yayınladı. 1923 yılında kapatılmıştır.

 

*Kafkas Teali Cemiyeti(Kafkas Yükselme Derneği)

1920 yılında İstanbul'da kuruldu. 1925 yılına kadar çalışmalarını sürdürdü.

Örgütlenme konusunda Cumhuriyet Dönemi başlangıcı ve 1950'lere kadar geçen süre çok ciddi bir sessizlik dönemi yaşandı.

Çerkes Ethem hain ilan edildi, 16 Çerkes Köyü bir takım gerekçelerle sürgüne tabi tutuldu, 'Vatandaş Türkçe konuş' vb sloganlarla ulus-devlet oluşturma çabası içinde, egemen ulus kimliği taşıyan veya bu kimliği kabullenenler dışındakiler için sindirme politikaları da izlendi. Cumhuriyet Dönemi ilk dernekler İstanbul'da kuruldu. 1951 yılında 'Kuzey Kafkasya', 1952 yılında 'İstanbul Kafkas Kültür Derneği' kuruldu. İstanbul Kafkas Kültür Derneği'nin 'Kafkasya Mecmuası' isimli dergisi 12 sayı yayınlandı.

Dernekler süreç içinde Türkiye'deki yerleşim birimlerinde açılmaya, dergiler, bültenler yayınlanmaya başladı. Daha önce de belirttiğimiz gibi dernek ve yayın isimleri Kafkas, Kafkasya, Kuzey Kafkasya gibi coğrafi anlam ifade eden isimlerdi, etnik kimlik ifade eden Çerkes ismi kullanılamadı.

1957-62 yılları arasında 'Yeni Kafkasya' dergisi 33 sayı,

1964 yılında Ankara Kuzey Kafkasya Derneği tarafından 'Kafkasya' kültürel dergisi,

Ankara'da 1970 yılında 'Kamçı' , 1975-77 yılları arasında Yamçı' (16 sayı)dergileri,

1970 sonrası İstanbul'da Kuzey Kafkasyalılar Kültür Derneği yayını olarak 'Kuzey Kafkasya' dergisi yayınlandı.

Ankara'da 1984 yılında 'Kafdağı', 1991 yılında 'Marje' , İstanbul'da 'Alaşara' dergileri ve yine İstanbul'da 'Yeni Kafkasya Gazetesi' yayınlandı. Ankara'da Kafkas Federasyonu'nun 'Nart' dergisi halen yayın hayatına devam etmektedir.

Avrupa Birliği uyum yasalarını takiben Kafkas Federasyonu'nun girişimleri sonucu anadilde televizyon programı yapılmaktadır. TRT-3' te perşembe günleri, 10.30-11.00 arası 'Kültürel Zenginliklerimiz' programında Adığece'nin bir lehçesi olan Kabardey dili ile sunumlar yapılmaktadır. Yarım saatlik programda Kabardeyce haber, spor haberleri, belgesel sunumu ve klip eşliğinde müzik dinletisi yapılmaktadır. Yasak savar özellik taşıyan programın varlığını aktarmakla yetinelim.

Bu arada kapalı kutu konumundaki Kafkasya'nın 1967'den sonra kapısını çalıp ziyaret eden Türkiyeli Çerkesler çoğalmaya başladı. Olumsuz propagandanın etkisi ile kötümser olan Türkiye diasporası, gezileri gerçekleştirenlerin söyleşileri sonucu Kafkasya'nın "yaşanabilir bir yer" olduğunu düşünmeye başladı. Demir perde ülkesinin ardında, hala kendi dilini konuşabilen, hatta kendi dili ile okulu olan insanların var olduğunu bilmek, diasporada halkın arasında olumsuz propagandaya inen bir darbe oldu. SSCB rejimi üniversitelerde okuyan Çerkes gençliğini olumsuz etkilemese de ve onlar dilleri döndüğünce endişe edilecek birşey olmadığını açıklamaya çalışsa da, yoğun olumsuz propagandayı kırmak için Kafkasya ziyareti gerektiği anlaşılmış oldu böylece.

Dernek bazındaki örgütlenmelerin yoğunlaşması sonucu birlik arayışları gündeme geldi. Yasalar çerçevesinde derneklerin birliği üzerine toplantılar yapıldı. 5 Kasım 1977'de Ankara'da yapılan bir toplantının dağılması sonrası durakta araç bekleyen insanların üzerine ateş açıldı, Mahmut Özden öldürüldü, yaralananlar oldu. Birleşme çalışmaları sekteye uğratıldı, geciktirildi.

12 Eylül 1980 ise yeni bir duraklama dönemi oldu. Ülkeyi karartan askeri darbe ile dernekler de kapatıldı. 1984 yılında dernekler tekrar açılmaya başlandı.

1990'larda derneklerin birleşmesi ile ilgili yeniden toplantılar yapılmaya başlandı. Yasa gereği federasyon tipi bir örgütlenme gerçekleştirilemeyeceği için, Merkez-Şube ilişkisi temelinde bir birlik oluşturuldu. "Kafkas Derneği Genel Merkezi" 1993 yılında Ankara'da kurulmuştu ve kısaca Kaf-Der olarak anılırdı. Türkiye'nin çeşitli il ve ilçelerindeki şube sayısı 33 idi.

2002 yılında derneklerin federasyon oluşturabilecekleri doğrultusunda yasa çıkınca, Kaf-Der federasyon örgütlenmesini doğru bularak şubelerini fesh etti. Şubeler tekrar bağımsız derneklere dönüştürüldü ve bir dizi toplantıdan sonra 2003 yılı Temmuzunda Ankara'da "Kafkas Dernekleri Federasyonu" kuruldu. 21 dernek tarafından kurulan Federasyona üye dernek sayısı 46'dır. Federasyonun Nart dergisi yayınlanmaktadır. 2 aylık periyodu olan dergi 5000 adet basılmaktadır.

İkinci federasyon, 'Birleşik Kafkas Dernekleri Federasyonu' ismiyle kurulmuştur. Merkezi Ankara'dadır.

Vakıflar var ayrıca; Şamil Eğitim ve Kültür Vakfı , Kafkas Vakfı ve Alan Vakfı. Yanı sıra sivil toplum örgütlenmeleri ile; Demokratik Çerkes Platformu, Kafkas Forumu gibi, Çerkesler Türkiye ve Dünya gündeminde yerini almaya çalışıyor.

1992 yılı Türkiyeli Çerkesler açısından bir başka dönüm noktası oldu. SSCB'nin dağılma sürecinde bağımsızlık ilan etme yarışı sırasında, Gürcistan yönetimi ordusunu Abhazya'ya yöneltince savaş başladı. 14 Ağustos 1992'de başlayan savaş 1993 yılında sona erdi. Kardeş halkların birbirine kıydığı bu ve benzeri savaşların yaşanmaması gerektiğine inanıyorum. On yıllarca bir arada yaşamış, aynı kasabayı ve köyü paylaşmış, kız alıp vermiş Abhaz ve Gürcü Halkı ve benzer konumdaki dünyadaki diğer halkların savaşa değil, özgürce gelişimleri için barışa gereksinimi var.

Savaşın sonucunda de'facto bağımsızlık ile bugünlere geldi Abhazya. Savaş dönemi ise Türkiyeli Çerkesler açısından yeni bir hareketlenmenin nedeni oldu. Kafkas-Abhazya Dayanışma Komitesi oluşturuldu ve Abhazya temsilcisi gayri resmi de olsa İstanbul'da görev yapıyor. Bu savaş sona erdi derken 1994 yılında Rusya'nın Çeçen-İçkerya'ya saldırısı ile bir başka savaş başladı. Bu savaşın Türkiye cephesinde olanlar güzel şeyler değildi. Fundamentalist ve şoven Türk milliyetçi gruplar, Çeçen konusunu propaganda aracı olarak kullandı. Bu durumun yarattığı olumsuzluklar, savaşın halen sürdüğü günümüzde de etkili olmaya devam ediyor.

KAYNAYAN KAZAN KAFKASYA

Bugün Kafkasya'da ortaya çıkan çatışmaların başlangıcı XIX yy'a dayanır. Bir halkı yok etmenin araçlarından biri olarak uygulanan halkı dağıtmaya yönelik zulüm politikalarının sonucudur birçok olumsuzluk. Güneye inmeyi olmazsa olmaz hedef sayan çarların yarattığı "demografik felaketler" halkların varlıklarını tehdit etmiştir. Rusların büyük çoğunluğu için bütün bu yapılanlar Rus çıkarlarını korumak içindi. Bugün de farklı değildir anlayış. Eski Başkan Yeltsin'in kurmay başkanı Nikolay Yegorov' un 1996'da yazdığı bir yazıda belirttiği gibi, Moskova'nın Çarlık döneminde Kafkasya'ya yaklaşımı ABD'nin Kızılderililere karşı olan politikasından hiçbir şekilde farklı olmayan "olağan bir uygulama" idi. Çar I. Nikola 1829 yılının Eylülünde Kafkas tugayının başkomutanından "Dağlı Halkların topraklarının mutlaka ele geçirilmesi ve karşı koyanların imha edilmesini" talep ettiğinde, stratejisini saklama gereği dahi duymamıştı.

Kafkasya güneyi ve kuzeyi ile kaynayan kazandır  tam anlamıyla. Yüzyıllar boyunca her anlamıyla hareketli bir coğrafya olan Kafkasya'da halkların kendi iç dinamikleriyle gelişmesi sürekli kesintiye uğradı. Küçük bir coğrafyada onlarca halkın bir arada ve barış içinde yaşaması, dış müdahaleler olmasa gerçekleşebilirdi belki. Adeta geçiş köprüsü konumunda idi Kafkasya ve tarih boyunca pek çok kavmin istilasına uğradı. İşgalciler kendi kurallarını dayattı, nüfus hareketleri yaşandı sürekli. Tarihsel topraklarında yaşayan halklar suni olarak bölündüler, harita üzerinde oluşturulan sınırlarla küçük halklar kıskaca alındı. II. Dünya savaşında sürülen halkların topraklarına başka halklar yerleştirildi. Sonra sürülen halklar geri döndü, toprak sorunu yaşandı. Halkların çıkarına olmayan bir dizi olay yaşandı ve yaşanıyor. Küçük halkları birbirine düşman eden bir yığın sorun var ortada ve yeni sorunlar da yaratılıyor. Geçmiş sorunlar hep konserve edilmiş, günü geldiğinde açılıyor.

Kafkasya'da uzun yıllar önemsiz gösterilen, basite indirgenen sorunlar hala var ve her bir sorun potansiyel çatışma nedeni. Hristiyanlarla Müslümanlar arasındaki gerilim, keyfi olarak bir topluluğa ait toprakların bir başka topluluğa verilmesinden doğan gerilim, Rusya'ya karşı takınılan tavır farklılığının yarattığı gerilim, ulusal hareketler, milliyetçi ve Moskova bağlısı yönetici hizipler arası gerilim... Liste uzar gider.

Bakalım Kafkasya geneline;

- Dağlık Karabağ bölgesi; Ermeni-Azeri çatışması

- Abhazya-Gürcistan savaşı

- Güney Osetya - Gürcistan çatışmaları

- Rusya Federasyonu - Çeçenistan savaşı

- Oset-İnguş çatışmaları - (Toprak sorunu)

- Yakın zaman önce çözülen Acaristan-Gürcistan gerilimi

Kamuoyunun henüz çok ısınmadığı için bilmediği gerginlikler de yaşanıyor süreç içinde.Karaçay ve Adiğeler arasında, Kabardeyler ve Balkarlar arasında, Kazaklarla Adiğeler arasında. Özelde Adıgey Cumhuriyeti' ne yönelik çeşitli senaryoların hazır olduğunu bilmek için fazla öngörüye de gerek yoktur. %20 ile azınlıkta olan Adiğelerin yönetimi ellerinde bulundurmalarından rahatsızlık duyan Rus milliyetçisi çevrelerin zaman zaman kışkırtıcı çıkışları olmakta, göz önünde olmak istemediklerinde ise geçmiş dönemlerden gelen alışkanlıkları ile Kazak Halkını etkileyerek gerginliği diri tutmaktadır. Ayrıca milliyetçi çevreler bu küçük Federe Cumhuriyetin ayakları üzerinde duramadığını , bu nedenle Cumhuriyet olarak varlığını sürdürmemesi Krasnodar'a bağlanması gerektiğini işlemektedir.Üç ayrı Adığe Cumhuriyeti'nin bir arada tek bir cumhuriyet olarak varlığını sürdürebileceği ise hiç akla gelmemektedir.


SONUÇ

Etnik kökenleri, dilleri , dinleri ne olursa olsun tüm Kafkas Halklarını birbirine bağlayan kültürel ve yaşamsal ortaklıklar vardır. Çözülebilecek basit sorunlar nedeniyle halklar arasında mikro milliyetçilik tohumlarını düşmanlık tohumları ile karıştırarak serpiştiren hegomonyacı devletlerin politikalarına karşı durmak gerekiyor. Sosyo-politik sorunlar yaratıp, sonucunda ırkçı kışkırtmalarla halkaları birbirine düşürmek, bunun için de yoğun olarak halkların içinden işbirlikçiler kotarmak, emperyalizmin her zaman uyguladığı yöntemdir. Bunun ayırdında olan halkların aydınlarına ciddi sorumluluklar düşmektedir.

Kafkas Halklarının diğeri olmadan ve de diğerine rağmen hayatta kalamayacağının bilincinde olması gerekiyor. Piyon olmaması gerekiyor.Bir Karaçay ile bir Adiğenin, bir Oset ile bir İnguşun, Abhaz ile Gürcünün, Ermeni ile Azerinin ...... düşman olmalarına neden olabilecek hiçbir sorun, fark, üstünlük veya başka birşey yoktur. Tersinden okumalı ve dost olmak için pekçok nedenin olduğu ortaya konulmalıdır.

Kafkas dil ailesinden Ubıhça' yı konuşabilen son insan Tevfik Esenç, simgesel anlamda

"Son Ubıh"  olarak anılıyor. Kuzey Kafkasya' nın Karadeniz kıyısında yaşayan halklarından olan Ubıhlar, 1864' e kadar Çarlığa direndikten sonra topyekün Osmanlı topraklarına yerleştiler. Kafkasya' da Ubıh kalmadı, Türkiye' dekiler de kimliklerini korumaya çalışıyorlar ve bilinçli bir tercihle anadilleri Ubıhça yerine Adiğece konuşuyorlar.

Yine bir anektot anımsıyoruz Ubıhlardan söz ederken.

Fransız bilim adamı George Dumezil Anadolu'da Ubıhlar' ın izini sürerek, Ubıhların ve Ubıhçayı konuşabilen Tevfik Esenç'in yaşadığı Hacı Osman Köyü'nü öğrenir. Düşer yola, köyü bulur, köy girişinde karşılarına çıkan gençlere Ubıhları ve Ubıhçayı konuşabilen insanları sorar. Gençler "buyrun" der düşer önlerine. Bir süre sonra geldikleri mezarlıktaki mezarları gösterir gençler ve "Ubıhça konuşanlar burada yatıyor" derler.

Savaşın ve sürgünün bir sonucudur bu durum, yeni "sonlar" olmasın isteriz.

Çerkesler; Dünya kültür mozayiği içinde yerini almak istiyor.

Ne Eksik Ne Fazla !!

Bunun için de yaşadıkları her coğrafyada demokrasi, daha fazla demokrasi talebinde olacaklar.

KK - Kuzey Kafkasya

RF - Rusya Federasyonu

(1) - Çerkes Tarihi Kronolojisi – Dr. Baturay Özbek

Ubuh dilini konuşabilen son Ubuhtu Tevfif amca (Esenç)
Manyas- Hacıosman köy
 
 
Rus, İngiliz ve Osmanlı ortak oyunlarıyla
Tuzağa düşürülüp sürkün edilen çerkesler.
 
Çerkeslerin sürgünle dağıtıldıkları bölgeler.
 

Hiç yorum yok: