Cemal
Demir· 20 Mart 2012 Salı
Zaman,
zaman kurulan bu sofralarda, masada ne olursa olsun, aslında hep dostluk yenip
içilir Bu sofrada sadece ekmek değildir paylaşılan. Nefesleri paylaşır bu güzel
insanlar bir araya geldiklerinde. Siz hiç kalabalıkta, onca gürültü patırtıda
ve yüksek volümlü kardeşlerinizin "her kafadan bir ses" denecek kadar
gürültülü çıkardıkları bir ortamda yemek yediniz mi? Biz o şerefe nail olduk,
evet biz bu curcunada ağızda tadıyla ve hissederek, afiyetle yemeğimizi yedik.
Çünkü bizim masamızdaki ana yemeğimizin adı dostluktu. Darısı sizin başınıza.
Sadece kucaklaşmak, dostları görmek için kilometrelerce yol kat ederek 24
saatliğine de olsa bir araya gelirler. Evet, yanlış duymadınız onların başka
hiç bir amaçları yoktur, dostlarını görmek, onlarla hasret gidermekten başka...
Onların adı Efsaneler, 1961 Yılında başladıkları AOO dan 1964 yılından
başlayıp, 1970 ortalarına kadar mezun olan, yurdumuzun ilk mektepli otelcileri.
İnsanlarda yok olmaya yüz tutmuş bir duygunun kaybolmaması için direnen, özgür
ve sevecen insanlar topluluğu. İnsan olabilmenin son temsilcileri, karşılıksız
ve hesapsız sevmenin ne olduğunu bilen, bir güzel insanlardan oluşan E F S A N
E L E R' İ kutluyorum.
Yukarıda belirttiğim gibi bu kadar insan sadece görüşmek
için bu kadar yolu kat ederek bir araya gelir mi demeyin. Gelir, gelmeliler de.
Çünkü insan olmanın asıl sebebidir bence dost olmak, saygılı olmak, insanı
sevmek. Aslında buluşmaların gerçek sebebi; Bu vefa duygusu bu sevgi seli
olmalı. Onlar dostlarına öylesine bağlılar ki, dostlarını öylesine seviyorlar
ki, oldukça sık yaptıkları bu buluşmalara "Dostluk sofrası" adını
koymuşlar. İşte onlardır dostluğu fırından çıkmış taze ekmek gibi sıcak, sıcak
paylaşanlar. Emin olun bu âlemde yok olma tehlikesiyle karşı karşıya olan,
dostluk duygusu kodlarını tamamen yok olmaması için, insan genlerine zerk
edilip, dostluk duygusu ebedi olarak yaşatılmak istenirse, bu örnek
Efsanelerden alınmalıdır. Çünkü
bu dostluk duygusunun en gelişmişi şu anda toplumumuzdaki kaotik ortama rağmen,
onu koruyabilmiş olan Efsanelerde mevcuttur. Hem de çömlek kebabı gibi ağır,
ağır pişmiş olanı. Bu dostluğun lezzetine eşlik eden yıllanmış şarap tadında
bir kadirşinaslıkta ilave edilirse o menüye hani, derler ya.. " Yatıya
bile gidilir" Ya! İşte bizde bu güzel lezzetleri tatmak için geçtiğimiz
hafta sonu Güredeki davete yatıya gittik. Soluduğumuz Kaplıca suyu buharından
fazlasını dostluk iksiri olarak içimize çektik. Bu bizi mest eden duygunun
tarifini yapmak için edebiyat uleması olmak gerekir, ulemalar mertebesine henüz
erişemediğim için ben duyduğum hazzı Gastronom gurmesi lisanıyla anlatmak
istersem, şöyle demem gerekir. Kebabın içine hapsolduğu
çömlek kırılıp ta o kendine has, nefis kokularını size ulaştırmak için,
incelerek buhar olup genzinizden içeriye sızan kebabın en ince rayihasına saygı
duymamanıza imkân var mı? Hoşgörü içine çıkın edilmiş, öyle bir saygı ki bu.
Kebabın her lokmasına dokunuşunda insanın, "-aman yel alıp, lezzeti
kaçmasın." der gibi, kendiliğinden, temkinli... Öyle bir dostluk ki; Bu
dostluk, Dürümün içinde sıkmadan okşanarak, gidiyor damaktan içeri. Son
dokunduğu yerde hoş bir tat bırakarak.
C
.K. Demir
19
Mart 2012
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder